19 Nisan 2014

Fetihçi bir Milletten İşgalci bir Nesile?

Bir yıldan fazladır gündemimizde yer almaya başlayan ve genç nüfus üzerinden içselleştirilmek istenilen bir kelime/kavram var: "OCCUPY". Türkçesi ile "İŞGAL" anlamında gelen bir şey.

En son CHP işgal edildi. Hiç ses çıkmadı. İyi bir şey olmalı, bu "occupy" biraz araştıralım, üzerinde kafa yoralım deyince, çok ilginç bir yolculuğa çıktık.

Sözlükleri karıştırınca occupy:
  • İşgal etmek
  • Meşgul etmek
  • Oyalamak
  • Zamanını almak
  • Tutmak
  • Oturmak
  • Yatmak, anlamları karşımıza çıkıyor. 
Deyim kullanımlarına baktığımızda da occupy: 
  • Zihnini meşgül etmek
  • İçine dert olmak, gibi yaygın kullanımları var.
Kültürümüzde yeri olmayan "İşgal" kavramının ülkemizdeki karşılığını "Fethetmek" olarak düşündük, bunun üzerinde de benzeri araştırmaları yaptık.

"FETHETMEK" İngilizce karşılığı "CONQUER". Batı kültüründe İşgal kadar yaygın bir kullanımı yok.

Kemal Babanın Sözünü Dinle "Sigaraya Özenme"

Zamanımızda bir çocuk şarkısı vardı, Vak vak amca ve arkadaşları TRT'de söylerdi:

Sigaraya özenme
gel bizimle birlikte
daha güzel günlere. 

Çok eğlenceli ve ritmik bir şarkı idi. Severdik bu şarkıyı. Gazetede Cem Yılmaz'ın silinmiş tweetleri ile ilgili haberi okurken, tweet üzerinden oğlunana nasihatleri dikkatimi çekti.

Çok şanslı çocuk Kemal. Baba eğlenceli, nasihatler eğlenceli, hayat ona eğlenceli.
Ne diyor Cem Yılmaz "Oğlum Kemal! İyi insan ol! İyiler daima kazanır, daima!"
Bu söze ne denir!

Cem Yılmaz'ın Oğlu Kemal! baban çok haklı!

Bak işinde çok iyi O ( O Büyük ! - Sayın Yılmaz'ı tweetlerinden küçük bir esinlenme  ) ve hep kazanıyor. Daima kazanıyor! Hala kazanıyor! Ve kazanacakta.

İnanmıyorsan git garaja bak! İstemediğin çeşit Ultra Lüks araba ispatı! Belki yakında minyatürleri de konur, senin aşkına.

Hala inanmıyorsan babanın  e-devlet şifresi ile tapu kayıtlarına bak!

Çık oğlum ananın arkasından bak biz geldik, sosyal medya! Seni saklarız o amcalardan

Doğa sever, barışçıl, demokrat, banka dostu genç sabi Alabora kendisine kızan amcaları görünce ortadan kayıp oldu. Endişeli ve meraklı bekleyişimiz annesinin feryadı ile daha da arttı. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, nasıl bir memleket diye kala kaldık. Ve içimizden şu soruları sorduk sessizce

* Bir insan hem banka sever hem de sosyalist olamaz mı?
* Bir insan hem ağaç sevip hem insan sevemez mi?
* Bir insan hem bencil olup hem vatan sevemez mi?
* Bir insan ortalığı karıştırıp, aaaaa bak amcalar bana kızıyor diye kaçamaz mı?
* Bir insan hem kahraman hem korkak olamaz mı?
* Bir insan sadece insan olamaz mı?

Ya da haykıran gözü yaşlı annenin dediği gibi; "Ben doğadan beslenen, yaratılmış olan her şeyle bir olduğumuza ve aramızda görünmez ipliklerin olduğuna ve her şeyle, ağaçla, çiçekle, böcekle akraba olduğumuza inanan, gün aşırı pir parka ya da ormana giden (Belgrad, Emirgan, Yıldız, Taksim, Hidiv-Selamiçeşme, Göztepe, Maçka, Beykoz, nereye yakınsam.)" Burada cümleyi kesmek zorunda kaldık. Çünkü feryat eden bir annenin bu kadar uzun ve manalı cümleler kurmasına nefesimiz yetmedi. Zaten bu kadarı da kafi meramımızı anlatmaya...

Aşağıda bir kaç satır ile daha bu sese kulak verelim

"22:30 gibi Gezi Parkı'na gittim. Daha çok gençlerden oluşan, şarkı söyleyen, halay çeken, muhabbet eden çok güzel insanlarla tanıştım. Ağaçları korumak için biber gazına maruz kaldıklarını duyduğumda gerçekten inanamadım ve hep şunu sordum; 'NEDEN, NEDEN?' Bu arada çok şanslı olduğunu belirtelim. Hiç taş atan, araçları yakan, polise ve diğer yetkililere hakaret, küfür edenlere rastlamamış. Yoksa fikri değişebilir ve daha da panikleyip oğlunun endişesini taşıyamazdı.

Takvim'in Zekası Amanpour'u Tweetletti

Günlerce yalan haber yaptı. Zaten geçmişleri uydurma haberler ile dolu. Asıl işleri savaş ve kaos ortamlarından nemalanmak olan bir kanal. (Şaka şaka böyle bir anlayış olur mu hiç!)

Birden bire Türkiye sevdalısı olan kanal tarihinde hiç olmayan bir ilgi ile Silahlarını (sanırım burda kameralarını demem gerekiyor!) ülkemize çevirdi.

20 gün boyunca militanları (burdada muhbirleri pardon Muhabirleri demeliyim - Shame on Mr Kim Bilir, Shame on! Aynı amerikalılar gibi sürekli dilin sürçüyor. ) Ülkenin değişik bölgelerinde 24 saat kesintisiz yayın yaptı.

Bizde bu fedakar kanalı yaptığı yayınlardan bazı hataları/yalanları aflarına sığınarak toparladık. Kendilerini mazur gördük, o kadar hata kadı kazında da olur!

* CNN Gezi Parkı olayları başladığında önce hiçbir olay olmayan Reyhanlı'da günlerce canlı yayın aracı tutarakGezi Olayları süresince ilk kez dikkatleri üzerine çekmişti.
* Daha sonra CNN'in en ünlü savaş muhabirlerinden Christiane Amanpour canlı yayına aldığı AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu konuşurken gerçeklere tahammül edemeyerek onu yayından almıştı.
* Daha sonra ise Taksim'de gösteri yapan ve molotof kokteyli atan eylemcileri savunmaya kalkmıştı. Hatta bunun üzerine canlı yayına bağlanan Başbakanlık danışmanı İbrahim Kalın'ın "Bu insanlar arasında Ankara'daki ABD elçiliğini patlatan DHKP-C üyeleri var. Bombalama yapıldığında onlara terörist diyordunuz şimdi çevreci mi oldular. Elinde Molotof kokteyli olan birisi Beyaz Saray'a gitse ne yapardınız" deyince yine yayından alınmıştı.

Lanet Penguenler!

Dürüstlük önemlidir, çok önemlidir. Hele de toplumsal konularda hayati öneme sahiptir. Dürüstlük kadar objektiflikte çok önemlidir.

Günlerce CNN Türk çevresinde pek çok medya kuruluşu "Gezi" olaylarını zamanında ve yeteri kadar gündemlerine almadıkları için eleştirildi ve dalga geçildi. Ama penguenler program boyunca tek bir yalan söz, tek bir kötü söz, söylemediler. Ve bu ayrıntı hiç kimsenin dikkatini çekmedi.

İnanılmaz bir baskı altında insanlar sosyal linçe maruz kaldılar.

Ama bunu yapanlar aynı konularda birden  "Kör ve Sağır" oldular.....

TEK bir satır tek bir ses çıkarmadılar yalanlar, iftiralar, hakaretler ve yabancı ülkelerin kendi çok sevdiğini söyledikleri Ülkelerine karışmalarına ve KARIŞTIRMALARINA.

Kendi Ülke yöneticilerinin yabancı çapsızlarca rencide edilmesine, saygısızca davranılmasına alkış tuttular.

Ve CNN İnternational Profesör düzeylerine varıncaya kadar Takdir edilip, göklere çıkarılarak alkışlandı. Pespaye bir yalan, göz göre göre uydurma haberleri inandırıcı olarak sunuldu halka. UTANILMADAN.

İşte bir kaç CNN İnternational Haberi

* Gezi olayları ile hiç alakası olmayan Reyhanlı’da günlerce canlı yayın aracı tuttu
* Başbakanın İstanbul mitingini Hükümet karşıtları sokaklarda diye haber yaptı.
* Elinde Molotof kokteyli olan birisi Beyaz Saray'a gitse ne yapardınız diye soran Başbakan danışmanına Cevap veremedi ve anında yayından aldılar.

Karanlık Güçler İş Başında: Baş komutanları Sahada

Bir ağaç, bir çevre sevdası ile yola çıkıldı. Şiddete karşı birlik denildi, demokrasi denildi. Ve tüm küçük grupları, tüm ayrık otları bir araya toplamayı başardılar.

İdarecilerin, yetkililerin bu oluşumu hafife almaları, iyi tartamamaları, oyunu görememeleri nedeni ile afallamaları ve hatalı yöntemleri nedeni ile olay halktan ta destek aldı. Tahrikler, tuzaklar, hatalar, yetersizlikler olayları büyütmek isteyenlere fazlaca malzeme sağladı.

Halkın desteği ve geniş biraradalık için tarafsız, nötr objeler seçildi, "Başlar" arka planda kaldı, hiç bir yere, hiç bir otoriteye bağlı olmadıkları imajı yaratılarak bir kontrolsüzlük, muhatapsızlık ortamı yaratıldı.

Halbuki çok organize bir çekirdek takım, bu işleri çok başarılı bir şekilde planladı ve uyguladı. Polisin hatalı tutumu ve idarenin hatalı yorumları ekmeklerine yağ sürdü.

Tüm uç noktalar, tüm terörist oluşumlar halkı kalkan ederek devlete ve hüküm edenlere saldırdı. Başı boş bir düzen, kaos ortamı ve amacı net söylenmeyen bir gösteri oynadı.

Çocuklar, yaşlılar, hastalar etkilendi denilerek propagandanın en karanlık uçları kullanıldı. Hiç biri demedi, ne iş vardı çocukların, yaşlıları ve hastaların böyle riskli ve ne olacağı belli olmayan bir ortamda. Bunları oralara getirenlerin hesapları ne idi? Sorumluluk bunları böyle tehlikeye atan sorumsuz vasilerinde değil miydi?

12 Nisan 2014

Nefret Dili

Nefret dili her yere hakim. Efendilik, saygı, sevgi, kibarlık, medenilik v.d unuttuğumuz pek çok değer yok. Bunu başta yapan, güç, yetki, imkân, mevki sahipleri. Ve bunların peşinden körü körüne giden destekçileri, yandaşları, taraftarları. Bu tutumu yermek, eleştirmek bir yana, hepsinden önde giden ve ortalığı yangın yerine çevirmek için tutuşan medyamız.

Şimdi ki tutuşturucumuz Melo'nun dili. Sorsanız yer yerinden oynadı. Tüm sahip oldukları değerler yerle bir edildi. Herkes ahlakçı, herkes hakem, herkes medeniyet timsali kesildi. Programlarında konuşurken öfkelerinden ağızlarından akan salyaları görmeden, gözlerindeki hırsın yakıcı karanlığını bilmeden kendilerini tek yetkili yargılayıcı kılıyorlar.

Ne yanı, derbi bir maç oynanıyor! Adam maçın hırsı ile maç içinde olacak aşırı bir sevinç tepkisi gösteriyor. Bu tarz aşırı tepkiler mahalle maçlarında bile yaşanır. Bu, kendini maçın gidişatına kaptırmış, aşırı motive olmuş oyuncuların gösterdiği istemsiz/kontrolsüz/antipatik tepkilerdir. Ne olmuş dil çıkardı diye, sizlerde "pışıık" yapın olsun bitsin. Sorsanız orda ki 22 futbolcu maç içinde kibarlık yarışı içindeler. Sanki küfürlerin bini bir  para, sertliğin kafa kol kırmadığı bir ortamda. 

Gezinin karanlık yüzü

Bizlerde elimiz kalem tuttukça "Gezi" hakkında yazdık. Geçen 15 günde bir şey fark ettik. Bu "Gezi'nin" "İki Yüz" var. Biri aydınlık biri ise maalesef karanlık. Herkes gibi bizi de  ilk, aydınlık yüzü cezp etti, heyecanlandırdı ve yazmaya teşvik etti. Yazılarımızın çoğunluğu bu aydınlık yüz ve bundan faydalanmaya çalışanların eleştirisi üzerine oldu.

Ancak her şeyden çok, reddettiğimiz ve hiçbir şekilde kabullenmediğimiz bir karanlık yüz bizi rahatsız etti. Bu konuda yazmamak, kendimizi kandırmak olduğundan bu yazıyı kaleme aldık. Bu karanlık yüz, aydınlığın ışıltısı karşısında gözleri kamaşanların, gözden kaçırdığı ve zamanla aydınlığı ele geçirebilecek güce sahip bir yandır.

Nedir bu karanlık yüzde olanlar: İkiyüzlülük, bağnazlık, inkâr, tek bakış açısı, farklılıkları yok etme, eleştiriye karşı linç. Kısaca karşı durulan "Faşizmin" daha ağır uygulamaları.

Günlerdir sürüyor; Baskıya, anti demokratik uygulamalara, tek adama ve daha bin bir çeşit isimle adlandırılan ve kısaca "Faşizm" olarak tanımlanana.

Nedir konu! Tek bir adam ne derse o oluyor. Astığım astık, kestiğim kestik. Farklı düşüncelere tahammülü yok. Tek doğru kendisi.  Aksini düşünmek bile mümkün değil. Bu ülke yasaklarla, baskılarla yaşanmaz hale geldi....

Peki öylemi? O kadar karamsar mı? Mayıs ayının sonlarından, önceki Türkiye'mi Sonraki Türkiye'mi daha özgür? 

Şımarık çocuklar, zıplayan bir ülke ve geride kalanlar

Her şeyin hızla değiştiği ve bu değişikliklerin bir geçiş süreci yaşanmadan doğrudan nesilleri etkilediği bir dönemdeyiz. 90'lar ile beraber gelişen Türkiye'de insanlar, aileler ve kültürlerde değişmeye başladı.

Yeni bir çekirdek aile modeli oluştu. Çoğunlukla orta sınıf olarak hayata atılan genç Türkler evlilik, aile ve çocuk kültüründe farklılaşmaya başladılar.

Çalışan anne/baba, kreşte büyüyen çocuklar, özel televizyonlar, İnternet ve bilinçli ebeveynlik hevesleri..... Her şeyi ben bilirim, eski adetler işe yaramaz ve en iyi çocuğu yetiştirme iddiasında olan yeni nesil anne baba. Sınavların ve dershaneleri yarışı kızıştıran katkıları.

Çocukların dokunulmazlık zırhına kavuşmaları ve beraberinde sunulan sonsuz, sorgusuz özgürlük anlayışı. Egemenlik alanlarının hiç bir direnç hiç bir zorlama olmadan çocuklara bırakılması. Evin hakimiyetinin çocuklara geçmesi. Bir kuşak öncesi dede ve ninelerin söz sahibi olduğu bir düzenden birden bire çocuklara geçen güç!

Ortaya, kendilerini belli seviyede yetiştirmiş, bağımsız, kendine güvenen ancak hayat tecrübesi çok az olan bir nesil çıktı. Anne babayı kaale almayan, farklı iletişim kanalları ve lisanları oluşan farklı bir kuşak.

Utanç ilanı ve Gezi'nin onuru

Gezi parkı diye isimlendirdiğimiz ve çoğunluğumuzun başlangıç fikri ve katılımcı profili açıcından destek verdiğimiz hareket hiç zaman kaybına uğramadan suiistimallere, faydalanmalara ve amacından farklı mecralara yönlendirilmeye başlandı.

Tamamen barışçı, demokratik ve çevre duyarlılığı ile başlayan hareket, yapılan gereksiz ve abartlı bir müdahale ile büyüyerek halk desteği ile vatandaşlık onuruna sahip çıkma hareketine dönüştü.

Bu hareket genç neslin ülkede olanlara karşı duyarsız ve ilgisiz olmadığını, siyasal yapı içinde yer alma heveslerini ve de en önemlisi millet olarak egemenlik haklarının bilincinde olduklarını gösterdi.

İnsan onuru, paylaşımcılık, yardımseverlik, dürüstlük, Ülke sevgisi ile pek bir ilgisi olmayan bencilliğin, kibrin fırsatçılığın, ekonomik çıkarı ve de en önemlisi bu hareketin getirdiği her türlü nemadan faydalanmak isteyenler en öne çıkmaya ve kendilerini bu işin baş aktörleri olarak göstermeye çalıştılar.

Burhan Altınop gibi "ben de Nişantaşı çocuğuyum, ben de sizdenim" gibi kara mizah ürünü kabus müdürler mi, plazalarında jakuzilerinden çıkıp slim fit takımları içinde "ben de çapulcuyum" diyen holding sahipleri mi, süper lüks villalarında sıkılıp, AVM'lerinden uzak kalan göbekli artistler mi dersiniz her türlü "Korsan Çapulcu" bu hareketi kendi çıkarlarına kullandı.

Okurken sosyalist çalışırken kapitalist

Yıllardır anlam veremediğim ironik bir durum bu.

Ülkemizin en seçkin üniversitelerinde öğrenciler sol görüşlü olarak bilinirler.

Gösteri yaparlar, demokratik, eşitlikçi, sosyalist yönetimler talep ederler. Çok iyi!

Bizde, insanların birbirine şekilde üstünlük taslamasına, ayrımcılık yapmasına karşıyız. Kılığına, kıyafetine, okuduğu okula, sahip olduğu makama, cebindeki paraya göre değil de, insan olmasına göre değer bulmasına ve de en önemlisi yasalar, kurumlar karşısında ayrımcı tavırlara uğramamasına inanmaktayız.

Peki Okullarında en ileri demokratik hakları talep edip, eşitlik türküleri söyleyen bu kişiler sokakları, pankartları bu amaç uğruna doldururken, mezun olduklarında nasıl olup ta bu düzenin emrine giriveriyorlar.

Mezuniyet sonrası iş bulmada nasıl bir ayrımcılığa ve seçiciliğe teslim oluyorlar. İş ilanlarında bakın belli okul mezunları hep tercih edilen hep bir adım önde olanlardır. Bu şirketlerde, öğrenciyken karşı oldukları düzenin en önde gelen uygulayıcıları oluveriyorlar. Genellikle de finans üzerine ve küresel çapta faaliyet gösterenlerde.

Merak ediyorum ODTÜ, Boğaziçi mezunları okul sonrası genellikle hangi kurumlarda iş hayatına atlıyorlar ve iş hayatında ne kadar sosyalist ne kadar kapitalist kalıyorlar.

Tamam Bende Çapulcuyum! Yeter ki Siz kazları uyandırmayın

Sahte bir Chapullingin ibret verici itiraflarını okuyanlar şaşkınlıklarını gizleyemedi. Bu ibretlik hikayeyi sizlerle paylaşmak istedik:

Tamam itiraf ediyorum, beni kötü yakaladınız! En zayıf yerimden vurdunuz. Yıllarca kurulu olan düzende haksız kazançları elde ettim..... Uyduruk masraf isimleri altında insanları kaz gibi yoldum..

Çalışanlarını performans adı altında vahşi bir rekabete soktum... Paralı müşteriler için çalışanlarının onurunu ayaklar altına aldım...

BDDK müdahale edene kadar mesai kavramı diye bir uygulama tanımadım... Dara düşen, biraz tökezleyen müşterilerimi acımadan yoldum.... Hepten tükenen müşterilerimi avukatlarımla yere serdim....

Para dışında hiç bir şeye saygı duymadım.... Sonrada insanların onurları adına yaptığı harekete kapağı atmak durumunda kaldım.... 

7 Nisan 2014

Kale Siyasetinin Beyhudeliği

Ülkemizde meşhur bir kavram vardır; "Orası onların kalesidir" şeklinde. Bu günümüzde en sık siyasi partiler için kullanılmaktadır. Bu kale üzerinden siyasi partilerin performanslarına bir göz geçirince çok ilginç bir yere vardık.

"Kale Siyaseti" partileri bitiren bir kara delik işlevi görmektedir. Aslında bu siyasi bakış faydadan çok zarar getirmektedir. Başta avantaj gibi görünse de zamanla bu avantaj inanılmaz kayıplara yol açan dezavantajlara neden olmaktadır.

"Kale" temelinde savunma amaçlamaktadır. Doğası gereği içerdekiler/dışarıdakiler ayrımını zorunlu kıldığından, ayrışımlara yol açarak bölünmeleri getirmektedir.

Kale Siyasetinin Avantajları
  • Savunması kolay görünmektedir.
  • Dışarıdan sızmaları engellediği düşünülür.
  • İçerden kolayca kopmaları engeller.
  • İçerdekilere psikolojik koruma sağlar.
Kale Siyasetinin Dezavantajları
  • Eski ve işlevsiz bir taktiktir. Günümüzde Kaleler turistik amaçlı kullanılmaktadır.
  • Savunma amaçlı bir işlevi olduğundan saldırı olmadıkça rehavete yol açar
  • Dışa kapalı olduğundan farklılıkları yok eder.

İkiyüzlü olmanın dayanılmaz hafifliği

Madem herkes bir araya toplandı, biraz dertleşmeli ve bir araya gelebilmenin keyfini çıkarmalı.Ve bazı sorular sormalı kışkırtmadan, kırmadan, ötelemeden ve de suçlamadan... Bazı cevaplar aramalı gerçek hilesiz, saf ve tatmin edici.

En önce içimizdeki öfkeden başlamalı...
  • Niye birbirimize karşı bu kadar öfkeliyiz?
  • Niye birbirimize karşı bu kadar kinliyiz?
  • Niye birbirimize karşı bu kadar önyargılıyız?
  • Niye birbirimize karşı bu kadar tahammülsüzüz?
  • Niye birbirimize karşı bu kadar saygısızız?
  • Niye birbirimize karşı bu kadar duyarsızız?
Bakın ne kadar da aynıyız, ne kadarda yakınız, ne kadar da kolay bir araya gelebiliyoruz.

Peki neden Göztepe/Karşıyaka, Fener/Cim bom bom, Türk/Kürt, Ayyaş/ayık ve daha nice minör ayrışımlar ile birbirimize zıt kutuplarda öfke ve kine bulanıyoruz. Bu ayrışımlar bizi ne kadarda tatsız ve anlamsız hayatlara itiyor görmüyor muyuz?

Sonuçta bir ülke bir vatan ve egemen bir devlet var. Bu yapı bizlerin huzuru, barışı ve refahı için değil mi? Bakın şiddetin ve ayrışımların yoğun olduğu yerlere! Ne hayatın tadı var ne insanların umudu.

5 Nisan 2014

Türkler İçin Twitter'ı Kullanma Klavuzu

Twitter açıldı. Belki yine kapanacak. Yine açılacak. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de böyle şeyler değişik mecralarda sürecek.

Asıl sorun bir şeylerin açılıp kapanmasında değil. Aslında bir şeyler ne tam açılabiliyor ne de kapatılabiliyor ülkemizde. Bizlerin en maharetli olduğu konu "Bir şeyleri amacı dışında kullanma" huyumuz, yaşamımızda anlamsız mecralara sürükleyebiliyor.

Kuralsızlığa olan övgümüz, dara düşünce, sıkıştırılınca, uymadığımız yasalardan medet umar oluyor. Her şeyi ile bozduğumuz/veya hiç düzenlemediğimiz alanlarda düzgün sonuçlar bekliyoruz.

Twitter yasağının gündem de olması nedeni ile konu mankeni yaptığımızı belirterek, bu konuda okuduğumuz güzel bir Cem Mumcu yazısını paylaşmak isteriz.

Temeli kuralsızlık, ilkesizlik, seviyesizlik olarak konumlandırabileceğimiz yazıda Twitter isimli sosyal medya mecrasındaki görmezden gelinen, sırası olmadığı düşünülüp işimize bakalım mantığı ile bulunulan ortamın bozukluğundan bahsediyor. Halbuki bizde birde "Aslan yattığı yerden belli olur" sözü vardır. Aklı başında, eli kalem tutan, ağzı laf yapan kalbur üstü kişiler bile bu bozukluğu, bu kokuşmuşluğu görmezden geliyor. Halbuki içindekiler ne kadar önemli/yararlı/zararlı  olsa da orada bir kokuşmuşluk bir düzeysizlik varsa uzaktan dışarıdakileri rahatsız eder, yakın planda ise içindekileri mağdur eder.

1 Nisan 2014

İktidar olmaya mahkum kılınmak

Her türlü manipülasyona, küçümsemeye, bahanelere sığınmaya karşın hiç bir neden AK Partinin 10 yılı aşan başarısına gölge düşüremiyor. En azılı AK Parti karşıtları bile seçimlerdeki engellenemeyen üstünlüğe anlamlı bir karalama getiremiyor.

Başarıyı gölgeleyemeyenler çareyi farklı yollarda arıyorlar. Başarının nedenlerini manipüle ederek kendilerini kandırmayı deniyorlar. 10 yılı geçti hala vazgeçmediler. Millet makarnadan bıktı, kömürden vazgeçti bunlar hala aynı terane.

Öyle kendi dünyalarına mahkum öyle kendi yalanlarına inanıyorlar ki bu kapandan çıktıklarında gördükleri ülkeyi tanıyamayacaklar. Bilmiyorlar ki artık ülkede millet suşi yiyecek duruma geldi, gecekondular yıkıldı lüks sitelerde doğalgazlı ısınıyorlar. Hem zaten bırakın 10 yılı bir yıl birine sürekli bal kaymak versen bıkar gider. Yeter artık der birazda kuru ekmek ver, der. Ama ne mümkün ki millet makarnadan bıkar bunlar bu yalandan bıkmaz.

Buradan ana fikre gelirsek bizim gördüğümüz bir gerçek var, bu ülkede AK Parti dışında iktidar olmak isteyen bir yapı yok. Öyle ki AK Parti bile iktidar olmaktan bıkmış/yorulmuş olsa dahi bunu devralacak bir parti yok. Partiler veya parti kurmamış gruplar iktidar deyince bundan kaçmak için akla hayale gelmeyen manevralar yapıyor. Az kaldı AK Parti kendi koyduğu 3 dönem kuralını da kaldırmak durumuna gelecek.

Normal şartlarda bile, isterse iktidar dört dörtlük bir yönetimle 10 yılı aşan bir sürede başta olsa insanlar sırf aynı yüzleri görmekten sıkıldıklarından bir değişiklik yapmak isterler.

Geçmiş yıllarda yıpranmış, yorulmuş bir iktidar, üstelik inanılmaz saldırılar ve insanların rüyalarında bile göremeyecekleri iş birliklere rağmen hala oyunu artırıyorsa bu işte tek kusur ortaya çıkmayan iktidar taliplerindedir. Ülkemizdeki en büyük korkulardan biri iktidar olmak, anlaşılan.

Bu kadar avantajlı, bu kadar beklenmedik fırsatların olduğu bir dönemde iktidar muhaliflerinin boş kaleye gol atamamalarının, hatta çizgiyi geçmekte olan topların çizgiden çıkartmalarının tek bir açıklaması vardır; Onlar bu maçı almak istemiyorlar.

10 yıl boyunca hiç bir icraat yapmadan, yan gelip yatarak seçimlere girseler idi, inanın daha fazla oy alırlardır. Yalandan muhalefet yaparak, seçilmemek dışında bir hedefleri yokmuşçasına didinmelerinin başka bir anlamı yok. Bizim buradan çıkardığımız bunlar sahip oldukları koltukları, imkânları destekçilerinin gözünde kurtarmak adına seçilmek amacı gütmeyen boş kavgalara girmekteler. Öyle ki az bir iktidar ihtimali doğduğunda ise hiç tereddüt etmeden kendilerini seçecek olan millete dayılık taslayarak bu ihtimalleri yok etmektedirler.

Yıllarca İktidar olmanın yıpratıcılığını ve yorgunluğunu yaşamamış olanlar 10 yıllar geçmesine rağmen kendi kadrolarını oluşturamamış ve iktidara hatırlayamamışlardır. Sağdan soldan toplama adaylarla dalga geçercesine seçmenlerinin karşısına çıkmışlardır. Bu da yetmezmiş gibi kendi politikalarını/projelerini tanıtıp destek isteyeceklerine iktidarı mahalle ağzı ile kaynağı belirsiz malzemeler ile yıpratarak kolaya kaçmışlardır.

Milletin derdi O parti Bu parti değil, iktidar sorumluluğunu alabilecek ve bu yükün altına bahanesiz girebilecek olanları seçmektir. Milleti derdi, söz hakkının olmadığı, seçimden seçime bir oy vermeye mecbur bırakılıp, diğer her alanda adam yerine konulmamak değil, kendine hizmet edebilecek, efendinin kendisi olduğu bir düzenin devamıdır.

Uzun uzadıya yazılabilecek olan bu konuda kısaca özetlersek, Ülkemizde muhalefetin tek derdi iktidar olmamaktır, iktidar olmak onların en büyük korkusudur. Bu korku ile saldıramayacakları hiç bir şey yoktur. İktidarın ise en büyük korkusu bu emaneti devir edebilecek bir yapının kurulamaması ve bu yükün altında kalmaktır. Çünkü iktidar olmak rahatlık değil çok ciddi bir yükümlülüktür. Onu taşımak ve altında kalmamak büyük bir efor gerektirmektedir.

Kim bilir, Ülkemizde muhalif kanat destekçileri artık kendi içlerinde hesap sormaya başlar ve iktidar olmayı hevesle hedef koyan yönetimleri oluşturduğunda, bu sıkıntılar biter. O zaman işte İktidar olmak yorucu bir zorunluluktan çıkar ve demokrasi içinde bir bayrak yarışına döner.

Maalesef günümüzde bu bayrağı devir almak isteyen hiç kimse bulunmamakta, bayrak elinde olan hükumeti durmadan koşmaya zorlamaktadır. Bunu yaparken de destek vermeyi bırakın önüne engeller atarak, çelmeler takarak düşmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Varın gerisini düşünün...

Kim bilir gelecekte yeni oluşumlar meydana çıkar ve aynı piste koşmaya başlar, devir almak için bayrağı, düşürmeden iktidardan. O zaman biter işte AK Partinin "İktidarda kalma zarureti".Onlara dinlenir ve yenilenir, yeniden devir almak için emaneti...

(ilk yayın tarihi:01.04.2014 13:28:58)


Bu Millet...

Bir seçim dönemi daha bitti. Kayıp edenler, kazananlar netleşmeye başladı. Geriye yaptıkları ile yüzleşme ve vaat ettiklerini gerçekleştirme zamanı kaldı. Her zaman ki gibi müzmin bir kayıp eden bir kesim yine her zaman ki gibi BU MİLLET şeklinde başlayıp, her türlü ağır hakaret, yakıştırma, küfür dahi argo deyimlerle bir oto rahatlama, suçu yansıtma seansları gırla gidiyor.

Kendi başarısızlıklarını, kendi yetersizliklerini, kendi hazımsızlıklarını BU MİLLET ile başlayan en aşağı bir şekilde gidermeye çalışıyorlar. Hâlbuki çok iyi biliyorlar ki BU MİLLET onları takmıyor bile.

Sadece bu zaman diliminde değil, yüzyıllardır bu böyle. Kendilerine ait beğenmedikleri, BU MİLLET’e atfettikleri ne kadar kötü itham var ise aslında aynadaki yansımalarından başka bir şey değil. Bu yanılgı öyle köklü ki, öyle güçlü ki BU MİLLET diye kendilerine methiye düzdüklerinin farkında bile değiller. MİLLET kavramını bilmediklerinden beğenmeyip, iğrendikleri suretlerini BU MİLLET sanmaktadırlar.

Hâlbuki BU MİLLET;

1.     Metanetlidir
2.     Vakurdur
3.     Alçakgönüllüdür
4.     Vicdanlıdır
5.     Sabırlıdır

Post Modern Sapkınlık: Tatava yapma bas geç

Ülkenin birinde o güne kadar karşılaşılmamış türde bir sapkın hareket fark edilmiş. Bunun için alışılmış tüm sosyo-psikolojik teoriler, Ahlakçı yaklaşımlar, balta girmemiş ormanlarda yaşayan medeniyet dışı ilkel kabileler incelenmiş, ama hiçbir açıklamaya, hiçbir geçmiş deneyime benzemeyen bu hareket öylece ortada kalakalmış.

Oradan içlerinden bir cin fikirli atlamış ortaya ve herkesi rahatlatan açıklamayı yapmış; Bu post modern döneme ait yeni bir olgudur. Toplumların, gelişen teknolojik ve ekonomik zıplamalarına karşı geliştirdiği bir tepkidir. Bundan sonra da adı kısaca "Tatava yapma bas geç" olarak anılsın diyerek, oradaki herkesi rahatlatmış. Bilim ve âlim kesimin bu çaresizliğine derman olmuş.

Tabii bu olay tüm dünya da yankılanmış. Artık açıklanamayan, anlatılamayan tüm sapkınlıklar, gayri kural dışılıklar bu teori ile açıklanmaya başlamış "Tatava yapma, bas geç"

Asıl hikâye bundan sonra başlamış. Ülkenin birinde gururlu ve ahlak değerleri yıpranmamış saf bir adam yaşarmış. Bu adam kendisine saygısından aşırı tatavacı biri imiş. Hiçbir konuda "Neden, Niçin" sorularına yanıt bulmadan karar veremezmiş.

Dünya Barışı için: Tatava Yapma! Ver Gitsin

Oh be! Rahat bir nefes aldık.

Rusya'nın kibarca isteği KIRIM, "lafımı olur kanka" denilerek batılılarca olumlu karşılandı. Ukrayna’da her şey güllük gülistanlık olduğundan kimse laf etmedi.

Zaten onlara da kimse sormadı. Yoksa orada cevval çocuklar var, isteseler bi günde dünyayı Rusya'nı kafasına yıkacak cesaretteler. Nasıl ki kahramanca kendi ülkelerini yıktılar, Rusya'da neymiş ki!

Maidan meydanında Piyano solosu ile başlayan gezileri batılı dostlarının alkışları arasında Hükümet konağında büyük bir curcuna ile daha yeni bitmişti. Başkan bunları yanlış anlamış olmalı ki, bunları beklemeden arka kapıdan tüymüş idi. Halbuki  bu barış çocukları oraya bir çay-kahve içip, hal hatır sormaya gitmişlerdi!

Hazır hükümet konağı boşken etrafı da bir kolaçan edip evlerine dağılmışlardı. Ne efendi, ne vatansever çocuklar amma. Bakın tüm CNN, BBC, Der Spigel onlardan bahsediyordu. Tüm Batılı liderle sırtlarını sıvazlıyordu! Ne de hoşlarına gitmişti ama! Bu iltifatlar, bu destekler. Eeee şimdi altı üstü bi KIRIM'ı onlar adına Ruslara bağışlamışlar lafımı olur. Pişmiş aşa su katmanın ne manası var.


"Kırım Rusya’da kalacak’

Belçika Kralı Philippe ve Belçika Başbakanı Elio Di Rupoile birlikte savaşta hayatını kaybeden Amerikalıların mezarları başında saygı duruşunda bulunan Obama, Avrupalı liderlerle eski kıtanın yanı başındaki Ukrayna krizinin nasıl sonlandırılabileceğini konuştu. Obama, Kırım’ın Rusya’nın kontrolünde kalmaya devam edeceğini ise ilk kez kabul ederek “Bölgeden güç kullanarak çıkartılmaları yönünde bir beklenti yok” diye konuştu. Ancak ABD lideri, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik daha derin müdahaleleri olması halinde daha sert yaptırımlar geleceği uyarısında bulundu.