29 Haziran 2014

AK Parti Pes Etti! Kendi adayını açıklamayacak!

CHP’nin çatı adayını açıklaması ile büyük bir merak yerine güçlü bir şoka ve belirsizliğe bıraktı. CHP’liler çatılarına bir minare dikilmesini hazmetmeye çalışırlarken, MHP’liler “ne oldu! Bir şey mi oldu” edası ile hiçbir şey olmamış görüntüsündeler.

Asıl etkileyici ve bizleri sarsan tepki AK partiden geldi. Ak parti yönetimi tabanından gelen sese de kulak vererek, “Artık yeter!” dedi.

Muhalefetin bu kendine yaptığı zulme daha fazla seyirci kalamayacağını beyan eden parti yöneticileri, “tamam bu yaptıkları ekmeğimize yağ sürüyor, bizleri tek kale maç yapan bir müsabakanın rahatlığına itiyor; Ama biz de insanız, karşımızda ki rakiplerimizin içinde düştüğü bu  elem dolu seçimsizliklerinden, çaresizliklerinden artık keyif alamıyoruz, ülkemiz adına endişe ediyoruz” şeklinde açıklamalar yaptı.

Bu açıklamalar beraberinde Ak partinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde ki aday kararına gözleri çevirtti. Acaba çatı adayın karşına kimi çıkacaklardı. Onlarda bir minare ile mi yanıt vereceklerdi....

Sonunda soru yanıtını buldu. Parti yüksek istişare kurulu toplantısı sonucu şu açıklamayı yaptı:

“Saygıdeğer Türk milletine; Partimizin yapmış olduğu yüksek istişare toplantısında Cumhurbaşkanlığı aday belirleme çalışmaları değerlendirilerek, sonuçlandırıldı.   Buna göre çatı adayın belirlenmesinin toplumdaki yarattığı şaşkınlığı, belirsizliği ortadan kaldırmak, en önemlisi de muhalefetin içinde düştüğü bu aday belirlememe beceriksizliğinin yarattığı düşünsel yıkımı durdurmak, kendi içinde yıllarını partilerine vermiş emekçi üyelerinin gönül kırıklıklarını gidermek ve de bi çatıya iki minare görgüsüzlüğünden kurtulmak adına kendi içimizden bir aday çıkarmama karar aldık.

Sonuç olarak Cumhurbaşkanı halkın sevdiği, gönüllerini fethettiği ve içlerine sinen biri olmalıdır. Partimizde bu şerefe nail olan bir liderimiz bulunmakla beraber, seçimler sonrası bu çatı altında sığınmış olan halkımızın da beklentilerine uygun olarak, onların gönüllerini alacak bir jest yaptık. Sonuçta bu ülke bizim ve Cumhurbaşkanı da tüm ülkeyi kucaklamalı. Hem hep bana hep bana da pek keyifli olmuyor. Bir de tabii ki ahde vefa bizleri bir arada tutan düşüncelerin en asilidir.

Türkiye bostan korkuluğu mu?

Hükümet ve Başbakan'a olan kin ve hınç öyle bir noktaya getirmiş ki, gözleri dönmüş akılları tutulmuş bir vaziyette saldırıyorlar. Sanırsın ki dünya harbi çıkmış ittifak topları vatanı bombalıyor. Tamam, hükümeti, Başbakanı sevmeyebilirsiniz, nefret edebilirsiniz! Ama vatanınızı da mı sevmiyorsunuz be gözü dönmüş nefret dolu olanlar?

Hadi hükümeti devirmek, Başbakanı siyasetin dışına itmek için ülkeyi bir kaos ortamına, ekonomiyi bir kriz ortamına atmayı hiç düşünmeden göze alıyorsunuz. Amacınıza ulaştığınızda vatandaş gene işsizlikle, yoklukla, enflasyonla, kuyrukla, yaşamaya başlar. Nasıl olsa alışık buna. Ya dış politika! Ya bi b.. anlamadığınız dengeler!

Bu ülke kutuplarda buzullarla kaplı bir coğrafyada bulunmuyor. Bu ülke, insanların kısa şortlarla dolaştığı, gün boyu yan gelip yattığı Okyanusya'da bulunmuyor. Etrafı ateş çemberi, insanların doğmaktan daha fazla öldüğü, hainliklerin diz boyu olduğu ve 7 düvelin cirit attığı cehennem bir arenada yer alıyor. Hem de tam ortasında.

Bu millet yeni yetme bir devlet ya da uyduruk bir kukla devlet değil. Geçmişi aklınızın sınırları fazlası ile aşan, kökleri hainliklerinizin ulaşamayacağı kadar derinlerde yer alan ve görünmese de ruhu bölge coğrafyada dolaşan devasa bir millettir.

Kendi menfaatleriniz ve hırslarınız uğruna yıkmaya çalıştığınız bu devlet böyle bir milletin kurduğu ve büyük fedakârlıklar ile büyütüp ayağa kaldırdığı bir cihan devletidir.

Siz bu ülkeyi bu coğrafyada bir korkuluk olarak mı görüyorsunuz? İç politika yetmedi şimdi de dış politikalarını baltalamaya, rayından çıkarmaya çalışıyorsunuz. Çok anlıyormuş gibi, çok biliyormuş gibi kulaktan dolma bilgilerle, dışarıdan gelen bilgilerle, sipariş edilen bilgiler ile TIR TIR TIR zırvalıyorsunuz. Yok efendim ne varmış "O" tırda?  Sana ne!

Başkanın Düşmanları

Başkanın adamları diye bir film vardı. Şu anki yaşananlar O filmi aklıma getirdi bi an;

"Başkanın Adamları (özgün ad: Wag The Dog) 1997 yapımlı Barry Levinson'un yönettiği ve yapımcılığını Robert De Niro ile yaptığı,senaryosunu ise Hilary Henkinve David Mamet'in yazdığı politik bir komedi filmidir.

Film Clinton skandalına yakın zamanlarda çekilmiştir. Seçimlere çok az kalmıştır. Başkan ve diğer rakipler bir birilerin açığını yakalamaya çalıştığı zamanlardır. ABD tam bu seçkiye hazırlanırken, bir skandal ortalığı karıştırır. Beyaz Saray'ı ziyaret eden kızlardan biri başkanın kendisine cinsel tacizde bulunduğunu iddia edince işler karışır. Başkanın rakipleri bu işe çok sevinirken, başkan kurtulmak için bir yol aramaktadır ancak bu zordur. Çareyi iş için diye nitelendirdiği Çine gitmek bulan başkan olayı temizlemeyi beyaz saraya bırakır, Saraya deneyimli ve başarılı bir danışman olan Conrad Brean (Robert De Niro) çağrılır. Hemen Conrad harakete geçer ve işi temizlemek için uğraşır. Zaman kazanmak için basına başkanın hasta olduğu ve Çinden 1 gün geç döneceğini söyler. Bu olaydan düşüncelerini farklı yöne çekmek isteyen Breanın aklına çok garip bir fikir gelir:savaş. Ama sıradan bir savaş değil, kurgusal bir savaş. Kurgusal bir savaş yaratarak artık insanların bu olaya olan düşüncelerini başka bir yöne çekmeyi planlayan Conrad Brean, işi inandırıcı yapması için bir Hollywood yapımcısı olan Stanley Motss'a (Dustin Hoffman) ulaşır. Stanley olayı ilk duyduğunda garip gelse de, yine de kabul eder. Şimdi haber vermeden bir manken alacaklardır (Kirsten Dunst) ona ne ye çekileceğini söylemeden bir video çekecek daha sonra montajla ona savaşta kedisi ile kaçan kadın süsü vereceklerdir. Savaş için akıllarına ABD ile pek bir işi olmayan Arnavutluk gelir. İkilinin hikâyesine göre, Arnavutluk ABDye saldıracakdır ve başkan kahraman olacaktır." (kaynak:wikipedia)

Tanıdık bir konu değil mi? Seçimler yaklaşıyor! Ve kimse seçimleri, adayların gerçekte nelere sahip olduklarını, ne vaat ettiklerini ve seçilirse ülkeye ne getireceklerini konuşmuyor. Gerçeklerden uzak, saçmalıklar ülke gündemini kaplıyor. Sonrasında Demokrasinin(!) kuralları işliyor, seçimler yapılıyor. Ve herkes belli bir dönem kabuğuna çekilip, gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapatıp nadasa yatıyorlar. Yeni kötülük tohumlarını filizlendirmek için.

Vatandaşlar yine çalışıp, vergilerini ödüyorlar. Oh ne ala demokrasi! Her şey vatan için, her şey vatandaş için!

Yediniz mi?

- Yok valla biz bir şey yemedik masumuz! Dediğinizi duyar gibi oldum... Nasıl da şüpheci olduk değil mi! Kendimizden bile!  Tabii hepimiz masumuz, bir daha ki seçime kadar. Hepimiz namusluyuz ve her şeyi vatan için yapıyoruz! Bir daha ki seçime kadar....

Ne garip değil mi? Bütün namuslular, bütün vatanseverler, bütün hak arayanlar, bütün yetim hakkı savunucuları ile ahlak bekçileri seçim zamanı ortaya çıkıyor. Ve ne gariptir ki, bütün hırsızlar, bütün namussuzlar, bütün vatan düşmanları ile uçkuruna sahip olamayanlarda böyle zamanlarda açık verip, deşifre oluyorlar.

Başbakana rüşvet teklifine suçüstü!

Akhisar'da miting yapan Başbakan Erdoğan'a evinin balkonundan alenen rüşvet teklif eden biri, anında gözaltına alındı. (haber kaynağı) İlk başta anlaşılmayan ve basınımızca da garipsenen durum, 17 Aralıkta savcıların talebi, basınımızın desteği ve bir kesimin de şehveti ile zimmen yürürlüğe giren "Ayakkabı kutusu rüşvettir" yaklaşımından kaynaklandığı anlaşıldı.

Tam da Başbakan'ın "Yolsuzluğa, rüşvete asla göz yummayacağız, Kim olursa olsun, evladımız olsa dahi gereken cezayı almalarını sağlayacağız" nutku üstünde iken bu kişinin böyle bir girişimde bulunması büyük şaşkınlık yarattı.

Elinde "Ayakkabı Kutusu" ile suçüstü yapılan kişi olanlar karşısında şaşkınlığını gizleyemedi ve her hangi bir suç teşkil edecek hal ve davranışta bulunmadığını beyan etti. Konuşma sırasında evinin terasında oturduğunu söyleyen Nurhan Gül, "Balkondan, yanımda bulunan boş ayakkabı kutusunu elime alarak salladım ve oturdum. Herhangi bir kelime ve sözlü ifade kullanmadım. Bir iki dakika geçmeden evime korumalar ve polisler geldi. Ayakkabı kutusunu sallayanın kim olduğunu sordular. Ben olduğumu söyledikten sonra gözaltına alındım. Karakola götürüldüm. Sağlık kontrolünden geçirildikten sonra ifadem alınarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım." dedi.

Paketten çıkan gerçek: Türk olmak koca bir yalan

Bir paket daha açıldı. İçinden gene Türkler çıktı. O meşhur Türkler. Her şeyin sorumlusu, her taşın altından çıkan fakat bir türlü görünmeyenler.

Sahi aranızda hiç Türk gören var mı?

Yıllarca "Türküm" diye bağırıp ta bir türlü olamadığımız kimlik. Türk dışında her şey olduk. Sonunda Türk olmaktan vazgeçtik. Yorulduk her halde. Bir olmaya çalışırken binlere ayrılıyoruz. Yazık....

En çok merak ettiğim kimdir bu Türkler? Haklarında o kadar gürültü koparılıyor da bir tanesi ortaya çıkıp ta "Yeter" demiyor. Ülkede adını bile duymadığımız azınlıklar bile ezildik, yaşam hakkımız yok diye haklar elde ederken, bu Türkler neredeler. Yine ortadan kayıp oldular. Artık ölme mevsimi geçti ya. Şimdi yaşam ayları, sefa sürme zamanları. Onların ortadan çekilip, bir daha ki ızdırap aylarına kadar kabuklarında, kuytularda saklanma zamanı.

Taa Osmanlının son dönemlerinden beri paketler açılıyor ve ne hikmetse sadece azınlıklar, azınlıklar, azınlıklar! Hakları bırakın ayrıcalıklar, imtiyazlar alırken günümüzde bile hala onlara çalışıyoruz.

Bu nasıl bir çoğunluktur, bu nasıl bir baskınlıktır ki hiç bir hakkını koruyamayan ve kendine ithaf olunan hiç bir suça, tehdide ve saldırıya karşı koyamayan Türkler.

Sanırım "Türk" kavramı sanal bir gerçeklikten ibaret. Fiili olarak öyle bir topluluk yok. Bu ülke binlerce parçadan bir araya gelmiş ve Türk kavramı ile şekillendirilmeye ve bir olunmaya çalışılmış bir topluluk.

Türklük" kavramı bir suçlu arandığında, yoklukta fedakârlık gerektiğinde, savaşta şehit gerektiğinde kullanılan kara gün kavramı.

Fakirlikte Türk, Zenginlikte azınlık; Sefalette Türk, Sefa sürmede azınlık; Savaşta Türk, Barışta Azınlık olarak şekil bulduğumuz bir topluluğuz.

Türk olmak" diye Google'da bir araştırma yapıp "Zeitgeist" "Zamanı Ruhu" ne diyor diye araştırınca pekte şaşırtıcı olmayan sonuçlara ulaştım(internette Türk olmak deyince karşımıza ilk çıkanlardan bir kaçı);

Angelina Jolie'den üzücü haber

Sabah gazetelere göz gezdirirken üst manşetten "Angelina Jolie'den Üzücü haber" başlığını görünce aklıma sırası ile,

1- Meme kanseri teşhisi konuldu, meme operasyonunu boşa geçirdi.
2- Ailesinden birini kayıp etti.
3- Haiti hükümeti artık çocuk veremeyeceğini, çok istiyorsa kendisinin doğurmasını bildirdiğini
4- Evine hırsız girdiğini ve mahrem fotağraflarını çaldığını düşündüm.

Haberdeki resmin hatırına ve merakımın baskısına yenilerek haberi tıklamaya karar verdim. Haberi okuduktan sonra aklımda tek kalan,

1- Yeni bir film çekiyormuş ve adıda "Unbroken" olduğu idi.
2-Üzücü haber bu değil tabii ki! Babasının verdiği bilgilere göre "Güzel ve çok yetenekli kızının sinemayı bırakma ihtimali varmış". Üzüntülü haberin ardından şu bilgide ilave edilmiş. YENİ FİLMİNİ ÇEKİYORMUŞ.....

Bu ilave iyi oldu! Üzüntüden ne yapacağımı şaşırmıştım, bir nebze teselli etti!
Bu haberin etkisinden çıkıp diğer manşetlere de şöyle bir göz attım,

Cim Bom Bom Halkındır, Galata Sarayındır

Fatih Terim olayında beklenen son çabuk geldi.

Yönetim kurulu "Fatih Terim" ana gündem maddesi ile yaptığı toplantıda aşağıdaki gerekçeler ile sözleşmesini fesh etti.

1 - Yönetim kurullarımızın sözleşmesini iki yıl uzatma kararı almasına cevaben teknik direktörümüz Sayın Fatih Terim'in kendisine yapılan yeni sözleşme önerisini kabul etmediğini açıklamış olması yönetim kurulumuza yeni çözümler aramak konusunda önemli bir sorumluluk yüklemiş bulunmaktadır

2 - Yaşanan gelişmeler Galatasaray'ın tüm sportif başarılarının temelinde yer alan Galatasaray değerlerine zarar verecek aşamaya gelmiştir.

3 - Yönetim kurulumuz her şeyden önce bu değerlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması sorumluluğu altındadır.

4 - Galatasaray'ın tarihsel süreçte oluşmuş yönetim şekli gerek kurum içi hiyerarşi bakımından gerekse görev, sorumluluk ve yetkilerin dağıtımı bakımından kuşku ve tereddüt götürmeyecek ölçüde bellidir ve nettir. Bu sorumluluğun gereği olarak camiamızın daha fazla yıpratılmasını engellemek amacıyla yönetim kurullarımız oybirliği ile Sayın Terim'in sözleşmesinin feshi için kendisine bildirimde bulunulması kararı almıştır.

Özetle Fatih Terim ast/üst ilişkisi gereği patron/eleman ilişkisinde üzerine düşen itaatkâr ve boğun eğen duruşu Başkan ve nezdinde ki yönetim kuruluna göstermediği için kovuldu.

Zaten zaruri nedenlerle bir araya gelen bu ekip, yürütülen uzun ve kademeli bir operasyon ile son ve en güçlü halkası olan Fatih Terim ile yolları ayırarak birlikteliklerini sonlandırıyordu.

Bu olayın temeline inmek istersek bize en sağlıklı ve anlamlı veriyi dün akşam kovulmanın ardından Fatih Terim'e destek veren taraftarların bir sloganında bulabiliriz;

"Cim Bom bom halkındır, lisenin değil"

17 Haziran 2014

“Tanıdıkça Severim” değil mi, Kemal abi!

Muhalefetin Cumhurbaşkanlığı seçimi için oluşturduğu çatı adayının açıklaması ile birlikle birbirinden güçlü ve farklı gel-gitler yaşadım. Kızdım, sevindim, şaşırdım ve üzüldüm.

Kızdım; Çünkü farklı isimler, farklı düşünceler altında yıllardır siyaset yapan partilerin, böyle uzun yıllar iktidarda olan ve her türlü zor dönemi yaşamış bir partinin karşısında kendilerinden birini aday çıkaramamış olmalarıdır.  Bunlar neyin siyasetini yapıyorlar! Siyaseti bir uzlaştırma komisyonu olarak mı görüyorlar.

Sevindim; Çünkü bu ülkenin çatısında sökülmeye çalışılan minarenin sağlam bir şekilde kendi elleri ile dikmeleri, toplumsal mutabakat için çok güzel. Bu batıcı anlayışın ülkemizden söküp atmaya çalıştığı en önemli şeylerden biri de “Görücü usulü” evliliklerdi. Yıllarca bunun çok gerici bir anlayış olduğu ve birbirini tanımadan evlenmedin kabul edilmez olduğunu savunurlardı. “Flört” şarttı. Tanışarak, görüşerek severek evlenmeli idi insanlar. Medeniyetin düsturunda bu vardı. Bizler de kör topal buna uymaya çalıştık. Ama nafile! Olmadı işte. Biz muhafazakâr bir toplumuz, çatımızda minare isteriz, eşimizi büyüklerimizin seçmesini bekleriz. Şimdi o noktaya geldik. Hem de bu medeniyet yolunda bizleri sürükleyenlerce

Şaşırdım; Çünkü bu muhafazakâr çatı adayı seçimi ve bunun takdimini yaparken kullandıkları “tanıdıkça seveceksiniz” tabiri; Laik Cumhuriyetin kurucusu, medeniyet yolculuğunun ışığı bir partinin Liderince yapılınca, doğal olarak şaşırıyoruz. Ve kocaman, engin bir anlamsızlığa sürükleniyoruz.

Üzüldüm: Madem bu iş bu kadar kolaymış, olabiliyormuş bu CHP neden yıllarca bu ülkeyi minarelerden uzaklaştırmaya, görücü usulünden soğutmaya çalıştı. Her fırsatta toplumun muhafazakâr dinamiklerini köreltmek adına çatışmalara, gerilimlere sürükledi. Bu kadar yıllar, bu kadar enerjiler, bu kadar ömürler neden bu uğurda boşa harcandı.

Yıllarca “görücü usulü” evlilikleri aşağılayan, hor gören ve gerici yaftası yapıştıran bir düşünce; Milleti görücü usulü bir adayla bir olmaya, beraber olmaya davet ediyor, teşvik ediyor, mecbur kılıyor. Ne bir flört ne bir tanışama yok. Ve bize yıllar önce büyüklerimizin dediği sözlerle ikna etmeye çalışıyor “Tanıdıkça seveceksiniz!” Son günlerin popüler paylaşımlarında ki kahraman,”SEBASTİAN” sen bir şeyler söyle bari....

9 Haziran 2014

"O BAYRAK" İnmemeliydi!

Tamamı ile provokasyon ve tahrik amaçlı bir eylem olduğu apaçık olan bayrak indirmede maalesef ki "O Bayrak'ı" korumakla görevliler, zafiyet göstermişlerdir. İlla ki öldürme eylemi gerçekleştirmeden de engellenebilecek bu eylemde sadece seyirci kalınınmış ve eylemcinin fotoğraflaması gerçekleşmiştir. Bu kabul edilemez bir zafiyettir.  Bırakın bayrağı indirmeyi ona yönelik bir hamlenin bile engellenmesi gerekirdi. Demek ki birincisi caydırıcılık yok, ikincisi engellenme/önleme için bir uygulama yok.

Genelkurmay başkanlığı bu olay üzerine bugün şu açıklamayı yapmıştır "Yüce Türk Ulusunun sembolü, her zerresi şehit kanıyla bezenmiş bağımsızlığımızın işareti Türk Bayrağına, hiç bir değerden nasibini almamış bir şahıs tarafından saldırıda bulunulmasını nefretle kınıyor, bu saldırıyı yapan kişinin bulunup gerekli cezanın verilmesinin takipçisi olunacağının ve hiçbir kişi veya grubun Şanlı Türk Bayrağını dalgalandığı gönderinden indiremeyeceğinin bilinmesi kamuoyuna saygıyla duyurulur."

Bu şekilde bir değer atfedilen bir kutsal emaneti korumakla resmi/kanuni bir biçimde yetkilendirilmiş ve sorumlu kılınmışlar görevini yerine getirmemişlerdir. Bunun hiç bir izahı bulunmamaktadır. O direğe çıkan, O Bayrak'a uzanana el, veya uzattırılan el başına gelecekleri düşünerek o eyleme kalkışmaktadır. Bayrak'ı korumakla görevlilerin sorumluluğu eylemcinin başına gelecekleri düşünmek değil, Bayrak'ın başına gelecekleri düşünmektir. Sizin göreviniz Bayrak'ı korumaktır. O'nu koruyamadınız..... Emaneti yere düşürdünüz..... Bunun açtığı yara, oluşturduğu hayal kırıklığı, yarattığı öfke hiç bir şeye benzemez.

Milletin emanetini korumakla görevli olanlar bunu başaramadılarsa hesabını vermelidir. Eğer bu böyle olacaksa bu Millet "O Bayrak'ı" sahipsiz bırakmaz, kendini siper eder, hainlere karşı.....

7 Haziran 2014

Bin Muhteşem Yıla Bin Muhteşem Odalı Bina

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı nihayet kendisine, yani temsil ettiği devletine yakışır bir hizmet binasını hizmete açmak üzere. 1000 yıllık bir Anadolu geçmişinden 1000 yıllık muhteşem bir geleceğe yakışır bu bina şanlı geçmişimiz gibi gurur verici bir güzellikte.

Gerçekten hem mimari olarak, he de yarattığı görsel etki olarak MUHTEŞEM görünüyor... Türk milletinin şanlı geçmişi ile, ışıltılı geleceğini harmanlamış bir görsel anıt...

Nedendir bilinmez, Ülkemizin başardığı, meydana getirdiği hiç bir güzel şeyden mutlu olmayan, bilakis hicap duyan, rahatsız olan bir kesim akla ziyan uyduruk gerekçeler ile bunlara karşı çıkar, engellemek ister ve başarısızlıklarda ise sevinç kutlamaları yapar.

İngiltere prenseslerine, (bizlerin “dalgalan sende şafaklar gibi ey şanlı hilal” diye boğazımızı yırtarcasına söylediğimiz marş dururken; Bir kısım medyanın çarşaf çarşaf sömürge ülkelerinde çekilmiş olan etek altı resimlerine “dalgalan sende ey utanmaz etek, sömürge topraklarında arsızca” diye peşine takıldığınız ), Alman disiplinine, Dubai lüksüne, Amerikan kapitalizmine hayranlık duyan ve haşa eleştirmek her vesile ile övgüler düzen bu zümre, kendi milletine karşı hiç bir güzelliği hak görmez, yakıştırmaz.

Kızılay’ın ortasında, dolmuş duraklarının dibinde uyduruk, yüksek güvenlik zaafiyeti olan, işlevsiz ve gereksiz yere o bölgenin rutin akışını bozan şu an ki bina bunları hiç mi hiç rahatsız etmez. Kendileri lüks villalarda, residencelarda oturup, son model ithal lüks otolarında seyahat ederken Milletin temsilcisine hiiç bir özel şeyi layık görmezler.

Kendilerine Londra'da, Dubai'de, Abu Dabi'de (Buralar lüks ve Arap değildir! Hele Londra'da tek Arap bulamazsınız) kendilerine korunaklı ve konforlu hayatlar kurmuşken, milletinin çektiği yoksulluktan, sağlık, eğitim, ulaşım hakkından yıllarca mahrum kalmasına, ekonomik kalkınmasında rahatsız olmazlarken, kalkınmış ve temel ihtiyaçlarını insanca bir şekilde halleder hale gelmiş bir milletten rahatsız olurlar.

Alman RTL Televizyonundan Bomba Erdoğan Röportajı....

Almanya'nın ünlü televizyon kanalı RTL'nin muhabiri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya ziyareti sırasında gurbetçi vatandaşlarımızla yaptığı röportajda sorduğu birbirinden çarpıcı ve keskin sorularına inanamadığı cevaplar aldı... Pek çok ana akım medyanın yayınlamaya cesaret edemeyeceği bu röportajda ki sorulan çarpıcı sorularda bir kaçı şöyle; (Sorular ve cevaplar o kadar çarpıcı ve etkili idi ki RTL bu röportajı yayınlayamadı. Bakalım size de çok sert gelecek mi?)

Yoksa Erdoğan Katliam mı yaptı!!!!

Soru 1: Bugün buraya neden geldiniz?

Cevap 1: Başbakanımı destekleme amacım, Ona duyduğum hayranlığımı, saygımı ve sevgimi göstermek için buradayım. Ve burada ona olan halkın sevgisinin Türkiye'de olduğu gibi var olduğunu göz önüne sermek için buradayım.

Soru 2: Bir tek Cümlede Başbakanınızı neden desteklediğinizi söyler misiniz?

Cevap 2: Desteklememin sebebi pei peşe demokratik seçimleri kazanması, halkın kendisine sevgisinin günden güne artmış olması ve başarılarını, üstüne ekleyerek o sevgiyi büyütmüş olması; 8-9 seçimi kazanmış ve oylarını artırmış bir Başbakan'dan bahsediyoruz, saygı duyulması gerek bir mevzu!

%49 oy almış ve bu oy oranını tekrar artıran birisi. Bu Avrupa'da görülmemiş bir halk desteği!  Belki de dünya çapında bir ilk.

Soru 3: Ülkenizde Erdoğan'a çok eleştiriler var, hatta İstanbul'da gösteriler düzenleniyor, buna ne diyeceksiniz?

Cevap 3: İstanbul'da 20 milyon civarında vatandaşımız var. Bu Belçika,Hollanda ve Luxemburg'da ki insanların tamamına yakın bir rakam!... Eğer orada 10 bin kişi gösteri yapıyorsa, bu yüzde olarak o kadar az bir rakam ki, tahminen Hamburg'daki olaylarda çok daha fazla gösterici vardı.

Soru4 : Yani siz Türkiye'deki olayları kritik görmüyorsunuz, orada Erdoğan'a karşı olanlarda var?

Okmeydanı'nda molotof kokteylinden başka OK da atılıyor

Dün bir haber bizleri epey şaşırttı. Bilal Erdoğan, Okçuluk Vakfı tarafından düzenlenen bir turnuvanın açılışında Ok attı. Şaşırdığımız Bilal Erdoğan’ın ok atması değildi.

Bizler aylardır Okmeydanı'nda ki gösteriler ve üzücü haberler ile içli dışlı olduk. Okmeydanı denilince aklımıza Molotof kokteylleri, Kırmızı bandanalı gençler, kısa şortları ile polise taş atan çocuklar,Akrepler, taşlar, Gaz bombaları,yangınlar, barikatlar ve ölen insanlar geliyor....
Bu olayların boğucu sıkıntısı içinde bizleri tebessüm ettiren ve üzerine bir yazı yazmaya niyetlendiren bir olayda Okmeydanı sokaklarında meydana geldi.

Yine taşlı, sopalı, molotoflü sokak gösterilerinin bir tanesinde alışılmış, rutin saldırılar polis kontrolünde denetimli olarak yapılırken, göstericilerden biri elindeki molotof kokteylini yanlışlıkla bir evin balkonuna fırlatıyor ve orada yangın çıkıyor. Bu olayı aklımızda unutulmaz kılan ve yüzümüze bir tebessüm getiren Akrepteki polisin anosu oluyor;"Gerizekalı, doğru dürüst atsana şunu!"....

Gel de kahkaha atma, bu olsa olsa bizde olur deme... Polis için monotolf atılması rutine binmiş ve kabul görmüş, onun kızdığı adam gibi atılmaması olmuş. İnanılmaz olan göstericiler de bu sitemi haklı görmüş olmalı ki bir tepki vermemişler, polisin arzuladığı istikametlerde atışlarını sürdürmüşlerdi. Belki de o atışı atan arkadaşlarını fırçalamışta olabilirler.

Oyun oynar gibi, yüzlerce çocukluğunu yaşayamamış kitle, Okmeydanı'nda gönüllerince işte böyle eğleniyorlarmış gibi geliyor yaşananlar.

Bu olay üzerine çok yakında düzgün Molotof atma kursları açılırsa, hatta poliste eğitmenlerden olursa hiç şaşırmam diye iç geçirmiştim. Ne de olsa ülkemizde her şey sonuç odalı değil mi? Başarıya endeksli değil miyiz. Atacaksan molotofunu adam gibi atacaksın yani!

İşte bu zamanlarda dünkü olaya geçiş böyle oldu. Okmeydanı'nda Molotof atma kursu henüz açılmamış ancak orada yıllardır Okçuluk sporu üzerine eğitim veren, turnuva düzenleyen bir Okçuluk Vakfı olduğunu öğrendik. İnanılmaz şaşırdık. En çok ta bu Vakfın merkezin Okmeydanı'nda olması şaşırttı bizi.

Bu haberden sonra OK olayı üzerinden alaylı, imalı, küçümseyen ve hatta kötü bir şeymiş gibi gösteren bir yazı bombardımanı bekledim blogta, ancak yetişmemiş olacak ki beklediğim yazıları hemde manşetten bu sabah gördüm. Ve öğrendim ki "Okçuluk zararlı ve yasaklanmalı... Herkes Molotof atmalı diye!" Bu da blogun usta kalemlerinin bize küçük bir armağanı!

"Ya Hak" diye Bilal Erdoğan'ın elinden fırlayan ok ile "Kahrolsun Devlet" diye fırlayan Molotof'un aynı meydanlarda olması kadar güzel tanımlayamaz hiç bir şey ülkemizde yaşananları herhalde. Burada kimin nerde duracağı ve hangisine taraf olacağı sorunun kaynağı. Seçimler, kavgalar ve neticeler OK ile Molotof arasında iki tercih.

(ilk yayın tarihi:29.05.2014 13:13:52)

Eşşeğe iade-i itibar

Eşek (Equus asinus), atgiller (Equidae) familyasının evcilleştirilmiş türlerinden biridir.
  1. Ömrü 25 ile 35 yıl arasıdır.
  2. Yük taşıma hayvanıdır.
  3. Uzun kulaklı, kısa tüylü, inatçı bir hayvandır.
  4. Toplumda; merkep, karakaçan, olarak ta adlandırılırlar.
  5. Çok akıllı ve hislidirler.
  6. Hafızalarına kazıdıkları bir olayı asla unutmazlar.
  7. Tek toynaklıdırlar.
  8. İslami inanışlara göre etleri, sütleri haramdır.
  9. Sadece gücünden yararlanmak amacıyla kullanılırlar.
  10. Çok sadık bir yapısı vardır.
  11. İtaatle her verilen işi yapar.
  12. Görmediği yere basmadığından dolayı derin sulara girmez.
  13. Gittiği yolu asla unutmaz bahçeden yükle bırakıldığında eve tek başına gelebilir.
  14. Ata göre daha ucuz olduğundan dolayı fakir kırsal alanda tercih edilirler.
  15. Derisi davul, trompet ve parşömen kağıdı yapımında kullanılır.
  16. Çok az yem yer, masrafsız gibidir.
  17. Gebelik süresi 12- 13 aydır.
  18. Belli bir üreme dönemi yoktur.
  19. Yavrusuna "sıpa" denilir.
  20. Sütünün çok faydalı olduğu ve protein yönünden zengin olduğu tespit edilmiştir.
  21. 2006 yılında Fransa'da yapılan araştırma neticesinde; antibakteriyel özelliğinin olduğu, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, siroz tedavisinde faydasının olduğu, kansere karşı koruyucu bir özelliğinin olduğu yönünde sonuca ulaşıldığı açıklanmıştır.
Dilimizdeki eşeklerden seçmeler
  1. Eşek arısı.
  2. Eşek sıpası.
  3. Eşek inadı.
  4. Eşek şakası.
  5. Arkadaşım eşek (Barış Manço şarkısı).
  6. Eşşeoğlu eşek (Şaban filmlerinden).
  7. Eşek sudan gelinceye kadar.

Sizun Olsun...

İyi niyet bizum olsun, art niyet sizun.
Kabullenme bizum olsun, isyan sizun.
Gerçek bizum olsun, demagoji sizun.
Tevazu bizum olsun, kibir sizun.
Çile bizum olsun, sefa sizun
Edep bizum olsun, şımarıklık sizun
Tahammül bizum olsun, tahammülsüzlük sizun.
İnsanlık bizum olsun, üstünlük sizun.

Makarna bizum olsun, spagetti sizun.
Çay bizum olsun, kahve sizun.
Ayran bizum olsun,cola sizun.
Açlık bizum olsun, tokluk sizun.
Koyunlar bizum olsun, çakallar sizun.
Kirletmeyen bizum olsun, içine eden sizun.
Halk bizum olsun, vatandaş sizun.

Cennette yolcu eden bizum olsun, cehenneme yolcu eden sizun.
TRT bizum olsun, BBC sizun.
İbrahim bizum olsun, Abraham sizun.
Dua bizum olsun,beddua sizun.
Saz bizum olsun, piyano sizun.
Söz bizum olsun, sözcü sizun.
Göz bizum olsun, gözcü sizun.
Okuyan bizum olsun, okutan sizun.
Kalan bizum olsun, giden sizun.

Kibir Masalı Keser


Haberi okuyunca çok üzüldük... Aileyi görünce çok üzüldük... Sabır diledik....Dayanma gücü diledik....Katlanılması zor bir durum... Temennilerimiz, dualarımız daim....

Bugün farklı bir konu ile aynı üzücü olay yer aldı gündemimizde..... İmam ile Ali Şen'nin arasındaki üzücü olay... Bu kadar üzüntü verici bir anda bile böyle bir üsten bakma, emri vaki davranma, karşındakini saygıya değer görmeme çok itici ve incitici.

Hata, yanlış her kim yaparsa yapsın, (ki bu kişi senin konuğun durumunda, senin için orda) bir saygı çerçevesinde iletilir. Kırmaya, kovmaya, ezip geçmeye ne hacet var. İnsan böyle zamanlarda hatırlamalı insan olduğunu ve herkesin aynı seviyede bulunduğunu.... Böyle zamanlarda yumuşamalı, gevşemeli ve eğilebilmeli....

Kibir, kasıntı, üsten bakma, emir yağdırma ne işe yarar böyle zamanlarda. İstediğin kadar kasıl, yenilmez armada olduğun hasıl! Ama ne çare, işte hayat böyle, bir yerde işe yaramıyor hiç bir şey.

Yapılan kutsal bir uğurlama, böyle zamanlarda kimin kime bir üstünlüğü var!... Dua çok uzun, gereksiz bir ayrıntı ihtiva etmekte, ancak bu böyle dile getirilmez...

Bu da Sana MÜSTEHAK Yılmaz....

Adı Yılmaz..... Bilmiyoruz gerçekten yılmaz mı?.... Soy adı Özdil.... Gerçekten az ve öz yazarak, dilin tüm inceliklerini kullanabiliyor. Bir seriye bağladığı İsim - Şehir yayınlarının "Bitki" tanıtımında kendisi şu şekilde tanımlanıyor;

"Yılmaz Özdilden yine vurucu, yine eğlenceli ve hep düşündürücü yazılar..."Özdilden düşündüren, hüzünlendiren, güldüren, sinirlendiren, hayranlık uyandırıcı bir dil ustalığına sahip yeni bir eser..."

Yazdıkları ile ve vuruyor hem eğlendiriyor! Bu kadar dayağı yiyip eğlenen biri doğal olarak bir süre sonra durup düşünmeye de başlıyor... 3 aşamada gönülleri fethediyor.

Tabi bazen yanlışlıkta yapmıyor değil. Bazen yanlış zamanda yanlış kişiye vurup onun eğlenmesini bekliyor. Yas evinde fıkra anlatan şaklaban durumuna düşebiliyor insan

İnsan demişken serinin ikinci kitabına geçiş te yapalım burdan, "Hayvan"

Hayvanın tanıtımında değişik bir tarz ile dikkat çekmeyi başarıyor;
"Bir İgnliiz üvinersitesinde ypalın arşaıtramya gröe, klemileirn hrflareinin hnagi srıdaa yzaldıklarıı ömneli dğeliimş asılnda... Öenmli oaln, briinci ve sonncuu herflarin yrenide olamsımyış... Çnküü, kleimleri hraf hraf dğeil, btüün oalark oykuormuşsz... Ardakai hraflrein sırsaı kıraşık da osla düüzgn ouknuyormuş.
Trüban bduur.
Tartıışlan mselee ne oulrsa olusn, bşınaa ve sounna "trüban" koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin...
Yaınlşları düüzgn gbii oukmyaa, düüzgn gbii anlmaaya bşlarsaın."

Bruradan alnlıyourz ki igniliz ünviesitelerine dğer veryior. Önemli yanıi... Bilimi ve bilimsel olanı seviyor... Hele bi de İngilizse tadına doyamıyor.

Hayvan'nın tanıtımından anladığımız kadarı ile eğer böyle bir teori işe yarıyorsa kendisi açısından trüban yerine Erdğoan koyarsak fazla ileri gitmiş olmayız... Özel ilgi alanı bu.... Varsa yoksa Erdğoan... Sanırsınız ki göbekleri beraber kesilmiş....

Serinin 3.sü en vurucu ama en eğlencesizi oldu. Onu uyarmıştık Hayvan'da.... Her şeyin bir yeri zamanı var diye... Tamam eğlencelisin, sivri dillisin,kıpır kıpırsın... Havaya girmişsin... Mahallende popülersin... Sırtında sıvazlanacak yer kalmadı...

Cim Bom Bom Halkındır, Galata Sarayındır

Fatih Terim olayında beklenen son çabuk geldi.

Yönetim kurulu "Fatih Terim" ana gündem maddesi ile yaptığı toplantıda aşağıdaki gerekçeler ile sözleşmesini fesh etti.

1 - Yönetim kurullarımızın sözleşmesini iki yıl uzatma kararı almasına cevaben teknik direktörümüz Sayın Fatih Terim'in kendisine yapılan yeni sözleşme önerisini kabul etmediğini açıklamış olması yönetim kurulumuza yeni çözümler aramak konusunda önemli bir sorumluluk yüklemiş bulunmaktadır
2 - Yaşanan gelişmeler Galatasaray'ın tüm sportif başarılarının temelinde yer alan Galatasaray değerlerine zarar verecek aşamaya gelmiştir.
3 - Yönetim kurulumuz her şeyden önce bu değerlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması sorumluluğu altındadır.
4 - Galatasaray'ın tarihsel süreçte oluşmuş yönetim şekli gerek kurum içi hiyerarşi bakımından gerekse görev, sorumluluk ve yetkilerin dağıtımı bakımından kuşku ve tereddüt götürmeyecek ölçüde bellidir ve nettir. Bu sorumluluğun gereği olarak camiamızın daha fazla yıpratılmasını engellemek amacıyla yönetim kurullarımız oybirliği ile Sayın Terim'in sözleşmesinin feshi için kendisine bildirimde bulunulması kararı almıştır.

Özetle Fatih Terim ast/üst ilişkisi gereği patron/eleman ilişkisinde üzerine düşen itaatkar ve boğun eğen duruşu Başkan ve nezdindeki yönetim kuruluna göstermediği için kovuldu.

Zaten zaruri nedenlerle bir araya gelen bu ekip, yürütülen uzun ve kademeli bir operasyon ile son ve en güçlü halkası olan Fatih Terim ile yolları ayırarak birlikteliklerini sonlandırıyordu.

Bu olayın temeline inmek istersek bize en sağlıklı ve anlamlı veriyi dün akşam kovulmanın ardından Fatih Terim'e destek veren taraftarların bir sloganında bulabiliriz;

Kan Uyuşmazlığı Galatasaray'ı Zehirler

Fatih Terim ve Ünal Aysal tamamen iki farklı kültür ve karakter. Biri elitist biri avam... Birbirlerine yaklaşmaya, anlamaya birer adım atmak istedikçe sorunlar ortaya çıkmakta. İlişkileri adına uzaktan bakmaları ve susmaları daha faydalı anlaşılan.

İkisi için de ilk karşılaşmaları bir zorunluluktandı. Onları bir araya getiren akıl melekeleri idi, duygusal hiç bir bağ yoktu. İkisi de sağlam bir başlangıç için bu adıma mecbur gibi idiler. Aysal kamuoyunda az bilinen ve kulüp başkanlığı tecrübesi olmayan biri idi. Terim ise başarısız geçmiş dönemler sonrası dinlenmeye çekilmiş bir kayıp edendi. Ve onları bir araya getiren kulüpte en zor ve en başarısız dönemlerini yaşıyordu.

İkisinin de başarı için fazla bir alternatifi yoktu. Normal şartlar altında belki de hiç bir zaman bir araya gelip iki laf edecek bir yaşam tarzları yoktu. İki yarım küre gibi biri güneyde biri kuzeyde idi.

O zor günlerde başlayan ilişkilerinde öncelikleri kulüptü. Kulüpteki karamsar havayı dağıtıp bir an önce sportif başarıları elde etmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için her ikisinin de birbirine ayıracak zamanları hiç yoktu. Biri yönetimsel ve finansal açıdan diğer ise sportif alanda ve mental yapıdaki iyileşme için yoğun mesailerde idi. Tabii ki arada Abdurrahman Albayrak gibi bir paratoner de vardı ki bu ikili arasında pozitif bir elektriklenme yaratamasa da birbirlerine zarar verecek yüksek gerilimleri bertaraf ediyordu. İkisine de anladığı dilden laflar ederek muhtemel krizleri geçiştiriyordu.

Türk futbolu adına kurtuluş Beşiktaş'ı cezalandırmamaktır!

Dün akşam Olimpiyat stadından istenilmeyen ve ucuz atlatılan olaylar oldu. Yaklaşık 77.000 kişi ritmi/heyecanı/gerilimi yüksek bir derbi izlemeye koştu. Coşku ile mutluluk ile... Bu coşkuyu sağlayan Beşiktaş ve yarattığı ruhtu.

Konuyla ilgili en çarpıcı açıklamalar Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan'dan geldi. "Stada çok sayıda kaçak taraftar girmiş. Biletix'ten satılan bilet sayısı 28 bin civarında. Beşiktaş Kulübü'nün sattığı bilet sayısı da 38 bin. Yani toplamda 66 bin biletli seyirci yapıyor. Statta 76 binin üzerinde taraftar vardı. Boş kalması gereken merdivenlerin tamamın doluydu. Bu merdivenleri stada giren kaçak taraftarlar doldurmuş. Tespitlerimize göre stattaki 8 turnike devre dışı bırakılmış. Bunların elektronik kabloları kesilmiş. Doğu tribün tarafında 10 kapının kilitleri kırılmış. 3 kapı ise tamamen kırık" ifadelerini kullandı.

Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki olayların ardından 66 kişi gözaltına alındı. İlk yapılan sorgulama sonunda bu kişilerin büyük bölümünün Gezi olaylarından da sabıkası olduğu öğrenildi. Polis, yayıncı kuruluştan tüm görüntüleri isterken bugün geniş çaplı bir operasyon başlatılacak.

Siyah-beyazlıların en etkili taraftar grubu Çarşı, derbide yaşanan olayların kendileriyle ilgisi olmadığını açıkladı.

Twitter hesaplarından yapılan açıklamalarda Beşiktaş Çarşı ve Çarşı şu ifadeleri kullandı:

Beşiktaş Çarşı: Sahaya atlayanların Çarşı grubu ile zerre alakası yoktur. Bu işler organize edilmiş ve uyulmuştur. Melo sebep değil, araçtır.
Ve sahaya girip olaylara sebebiyet verdiği gerekçesi ile gözaltına alınan 65 (sadece altmış beş kişi!) serbest bırakıldı.

Ve tüm gazeteler, TV'ler Beşiktaş'a büyük cezalar kesmeye başladı!
Neyin cezası Allah aşkına!

Beşiktaş'ı rahat bırakın, uçsun....

Bunun olacağı belliydi. Ama ne zaman hangi maçta olacağını kestiremiyorduk.

Beşiktaş ne zaman Lige iyi bir başlangıç yapsa, mutlaka ama mutlaka ya ardı arkası kesilmeyen sakatlıklarla ya da böyle inanılmaz cezalara tabi tutulacağı olaylarla karşı karşıya bırakılmaktadır.

Yıllar önce meşhur Samsun spor maçı vardı. Akıllara durgunluk veren olaylar neticesinde Beşiktaş bir daha kendine gelememişti. Ve o maçı yıllar geçse de unutamayan büyük futbol adamı Lucescu "O maçta futbol dışı şeyler vardı! O sene şampiyon olmamız imkansızdı" der hala.

Zaten o yıl Türkiye'yi terk ederek bir daha bu diyarlarda bulunmadı. Hâlbuki ne güzel hayalleri vardı Beşiktaş'ın! Belki de on yıllar boyu sürecek başarıların önüne kocaman çirkin bir set çekilmişti,O gün.

Lige fırtına gibi giren Beşiktaş için ne güzel hayaller kurulmaya başlanmıştı gene. Futbolu ve zihniyeti insanlara mutluluk veriyor, futbol keyifli bir hale geliyordu. Beşiktaş taraftarı olmayanların büyük bir çoğunluğu bile bu keyfe ortak olup Beşiktaş'a büyük bir sempati ile bakıyordu. Beşiktaş gelecek için kocaman adımlar atıp inanılmaz bir bütünleşme ile tekrardan yüksekten uçmaya niyetleniyordu! Ayağındaki görünmez prangalar, onun acı veren büyük bir hızla aşağıya doğru çekerek dur dedi! Senin uçacağın mesafe belli! Yukarılara çıkamazsın! Çıkarsan tutulamazsın!

Eşek Olmanın Nesi Kötü, Ey Editör....

Bugünkü konu "eşşek"...  Aslında bu yazıyı 3 gün önce yazdık. Ancak sevgili editörlerimizi rahatsız eden bir yanı olmalı ki silmişler ve yayınlamaya değer görmemişlerdi. Üzerine düşündük taşındık ve eşşeğimizin kusurunu bulmaya çalıştık.  Ancak kusurdan çok artı yanlarını gördük.

Bir kere eşekler çok çalışkan ve kuvvetliler. Çok az beslenme ile dünyanın işini görüyorlar. Akıllı ve sadık hayvanlar. İki işlem yapıyor diye akıllı addettiğimiz telefonlara binlerce lira verirken eşekleri hakir görmemiz kabul edilir bir şey değil. Kısaca eşekler üstün iş kapasitesine sahip, tüketimi minumun, akıllı ve sebatkar hayvanlar olduğunu gördük. Bunu editörlerimize de anlatabilmek için dünkü "Eşşeğe iade-i itibar" yazısını kaleme aldık.

Uzun bir bekleyişten sonra yayına alınan yazı sonrasında eşşek ile ilgili bir sorunlarının kalmadığını umarak, sansürlenen ve silinme kabalığına mazur görülen bu yazımızı ismini ve yazıyı TAMAMI ile yumuşatarak, tekrar yayına veriyoruz. İnşallah hak ettiği saygıyı görür, ümidi ile.... Umarız ki bu bizden bu bizden değil şeklinde sınıflanmış blog yazarlarına eşeklerimizi de karıştırmayız.

Neymiş bir şahıs (ismini ve işyerini açık açık vererek hedef yapan İNSAN EVLATLARI da var. Hem de bu blogta pek popüler, pek havalı ve pek eli tutulanı) içinden eşşek geçen bir yakıştırma yapmışş. Bu yakıştırmayı, bir  insan evledı üzerine almış ve çokça zoruna gitmiş. Espirili bir dil ile bunu kaleme almış. Onu pek seven editörde hemencecik onu manşete taşımış.

Aynı grup, aynı kalem, aynı editörler, dine, kitaba, peygambere, 24 saat kesintisiz Başbakana, krizleri tuttukça irrite oldukları partiye oy verenlere (ki bu kesim onların lügatinde makarnacıdır, koyundur, bidon kafalıdır) her türlü hakareti, benzetmeyi demokratik hak olarak, ölümü MÜSTEHAK görüp,ifade özgürlüğü zırvası diye de zırvalamaktadırlar. Kendileri kutsaldır, dokunulmazdır, ölümsüzdürler.....!

Ne o eŞŞek olmak zorunuza mı gitti, yoksa!

Bugünkü konu "eşşek"...  Aslında bu yazıyı 3 gün önce yazdık. Ancak sevgili editörlerimizi rahatsız eden bir yanı olmalı ki silmişler ve yayınlamaya değer görmemişlerdi. Üzerine düşündük taşındık ve eşşeğimizin kusurunu bulmaya çalıştık.  Ancak kusurdan çok artı yanlarını gördük.

Bir kere eşekler çok çalışkan ve kuvvetliler. Çok az beslenme ile dünyanın işini görüyorlar. Akıllı ve sadık hayvanlar. İki işlem yapıyor diye akıllı addettiğimiz telefonlara binlerce lira verirken eşekleri hakir görmemiz kabul edilir bir şey değil. Kısaca eşekler üstün iş kapasitesine sahip, tüketimi minumun, akıllı ve sebatkar hayvanlar olduğunu gördük. Bunu editörlerimize de anlatabilmek için dünkü "Eşşeğe iade-i itibar" yazısını kaleme aldık.

Uzun bir bekleyişten sonra yayına alınan yazı sonrasında eşşek ile ilgili bir sorunlarının kalmadığını umarak, sansürlenen ve silinme kabalığına mazur görülen bu yazımızı ismini biraz daha yumuşatarak, tekrar yayına veriyoruz. İnşallah hak ettiği saygıyı görür, ümidi ile.... Umarız ki bu bizden bu bizden değil şeklinde sınıflanmış blog yazarlarına eşeklerimizi de karıştırmayız. Bırakın da bari eşeklerimiz eşit şartlarda seslerini çıkarsınlar... Sonuçta ikisi de eşek, ikisi de akartsuz anırmakta.....

Yine bir kesim kendine yitik  bir can, sosyal medyaya bir kurban ve her daim hedefte bir başbakan ile gevelemeye tam yol devam etmekte.

Neymiş bir şahıs (ismini ve işyerini açık açık vererek hedef yapan İNSAN EVLATLARI da var. Hem de bu blogta pek popüler, pek havalı ve pek eli tutulanı) içinden eşşek geçen bir yakıştırma yapmışş. Bu yakıştırmayı, bir  insan evledı üzerine almış ve çokça zoruna gitmiş. Espirili bir dil ile bunu kaleme almış. Onu pek seven editörde hemencecik onu manşete taşımış.

Aynı grup, aynı kalem, aynı editörler, dine, kitaba, peygambere, 24 saat kesintisiz Başbakana, krizleri tuttukça irrite oldukları partiye oy verenlere (ki bu kesim onların lügatinde makarnacıdır, koyundur, bidon kafalıdır) her türlü hakareti, benzetmeyi demokratik hak olarak, ölümü MÜSTEHAK görüp,ifade özgürlüğü zırvası diye de zırvalamaktadırlar. Kendileri kutsaldır, dokunulmazdır, ölümsüzdürler.....!

Bu ülkede makarnacı, bidon kafalar, kediler, köpekler, yarasalar, timsahlar, diktatörler, hitler, lanlar-lunlar, katiller ve daha bin bir çeşit yaftaları kaleme alanlar ve bunu yapanları savunanlar EŞŞEK’ TEN rahatsız olmuşlar. Hem de iki "Ş" li imiş.

SİZLER EŞŞEĞE KURBAN OLUN

Eğer eşşekliği üstünüze alındıysanız gurur duyun ve göğsünüzü gere gere anırın. Eşşek dediğiniz sizin, bu dünyanın kadrolu hamalıdır, sebatkârıdır, kahır çekenidir. Ne yapmışsınız ki eşşekliği hak görüyorsunuz kendinize, bu memlekette.