7 Haziran 2014

Kan Uyuşmazlığı Galatasaray'ı Zehirler

Fatih Terim ve Ünal Aysal tamamen iki farklı kültür ve karakter. Biri elitist biri avam... Birbirlerine yaklaşmaya, anlamaya birer adım atmak istedikçe sorunlar ortaya çıkmakta. İlişkileri adına uzaktan bakmaları ve susmaları daha faydalı anlaşılan.

İkisi için de ilk karşılaşmaları bir zorunluluktandı. Onları bir araya getiren akıl melekeleri idi, duygusal hiç bir bağ yoktu. İkisi de sağlam bir başlangıç için bu adıma mecbur gibi idiler. Aysal kamuoyunda az bilinen ve kulüp başkanlığı tecrübesi olmayan biri idi. Terim ise başarısız geçmiş dönemler sonrası dinlenmeye çekilmiş bir kayıp edendi. Ve onları bir araya getiren kulüpte en zor ve en başarısız dönemlerini yaşıyordu.

İkisinin de başarı için fazla bir alternatifi yoktu. Normal şartlar altında belki de hiç bir zaman bir araya gelip iki laf edecek bir yaşam tarzları yoktu. İki yarım küre gibi biri güneyde biri kuzeyde idi.

O zor günlerde başlayan ilişkilerinde öncelikleri kulüptü. Kulüpteki karamsar havayı dağıtıp bir an önce sportif başarıları elde etmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için her ikisinin de birbirine ayıracak zamanları hiç yoktu. Biri yönetimsel ve finansal açıdan diğer ise sportif alanda ve mental yapıdaki iyileşme için yoğun mesailerde idi. Tabii ki arada Abdurrahman Albayrak gibi bir paratoner de vardı ki bu ikili arasında pozitif bir elektriklenme yaratamasa da birbirlerine zarar verecek yüksek gerilimleri bertaraf ediyordu. İkisine de anladığı dilden laflar ederek muhtemel krizleri geçiştiriyordu.

Zamanla taşlar yerine oturmaya, başarı gelmeye ve işler rutine girmeye başladıkça, ikili kendi iç dünyalarına dönerek karşılarında ihmal ettikleri yüksek egolu benliklerini buldular.

İkisi de belli bir güçte olduğu düşüncesi ile birbirini tartmaya ve üstünlük kurmaya başladı. Aslına bakılırsa burada Terim açısından güç ve egemenlik her zaman doğal bir durummuş gibi dururken, başkan Aysal içinse elde edilmesi, kabul ettirilmesi ve tüm aleme ilan edilmesi gereken bir şeydi. Bunun için yapması gereken karşı tarafın egosunu karşısında itaat eder hale getirmek mümkünse söndürmekti.

Tabii her iki taraf akıl melekeleri ile hareket etmeyi bırakıp, güdülerinin peşinden gitmeye başlayınca bağlı oldukları Galatasaray kurumsal zincirleri onları frenlemeye ve bır araya getirmeye çalıştı.

Artık ne fayda akıl devre dışı kalınca hislerin kontrol edilememezliği ikisini daha saldırgan ve duygularını dışa vurmaya yöneltti. Böylelikle çatışma kıvılcımları kamuoyunda parlamaya başladı. Artık bir yangın tehlikesi kamuoyunca dillendirilmeye ve bu yolda kıvılcımlar beslenerek büyütülmeye çalışılıyor.

Anlaşılan o ki bu egosu yüksek iki kişi arasında kan uyuşmazlığı mevcut ve birbirlerine yaklaştıkça oluşan gerilim sonucu em ilişkilerini hem de kulübü zehirlemektedir.

Aradaki paratonerin eksikliği bu iki kişiyi doğrudan iletişime zorlamakta  ve her harf her kelime her cümle zehrin dozajını daha da artırmaktadır.

Bu sorunun çözümünde iki yol var. Birincisi ve başarı ihtimali düşük olanı,  gerilimin açık çatışmaya dönüşmeden birbirlerinin kanına girmeden tekrardan bir paratonerin araya girmesidir. Bu şekilde yaralar kapanır ve akıl kısmen devreye girebilir. Diğeri ise kaçınılmaz olan sonun, bir çatışma bir düelloya dönüşüp kulübe ve geçmiş başarılı günlere zarar vermeden, makul bir şekilde medeni çerçevede yolların ayrılmasıdır.

Yoksa bu yakınlaşma ve bu iletişim biçimi sürdükçe kan uyuşmazlığı doğal sonucu hem kendilerini hem de kulübü zehirleyen sonuçlara varacaktır.

(ilk yayın tarihi:24.09.2013 13:19:29)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder