Fatih Terim ve Ünal Aysal tamamen
iki farklı kültür ve karakter. Biri elitist biri avam... Birbirlerine
yaklaşmaya, anlamaya birer adım atmak istedikçe sorunlar ortaya çıkmakta.
İlişkileri adına uzaktan bakmaları ve susmaları daha faydalı anlaşılan.
İkisi için de ilk karşılaşmaları
bir zorunluluktandı. Onları bir araya getiren akıl melekeleri idi, duygusal hiç
bir bağ yoktu. İkisi de sağlam bir başlangıç için bu adıma mecbur gibi idiler.
Aysal kamuoyunda az bilinen ve kulüp başkanlığı tecrübesi olmayan biri idi.
Terim ise başarısız geçmiş dönemler sonrası dinlenmeye çekilmiş bir kayıp
edendi. Ve onları bir araya getiren kulüpte en zor ve en başarısız dönemlerini
yaşıyordu.
İkisinin de başarı için fazla bir
alternatifi yoktu. Normal şartlar altında belki de hiç bir zaman bir araya
gelip iki laf edecek bir yaşam tarzları yoktu. İki yarım küre gibi biri güneyde
biri kuzeyde idi.
O zor günlerde başlayan
ilişkilerinde öncelikleri kulüptü. Kulüpteki karamsar havayı dağıtıp bir an
önce sportif başarıları elde etmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için her ikisinin de
birbirine ayıracak zamanları hiç yoktu. Biri yönetimsel ve finansal açıdan diğer
ise sportif alanda ve mental yapıdaki iyileşme için yoğun mesailerde idi. Tabii
ki arada Abdurrahman Albayrak gibi bir paratoner de vardı ki bu ikili arasında
pozitif bir elektriklenme yaratamasa da birbirlerine zarar verecek yüksek
gerilimleri bertaraf ediyordu. İkisine de anladığı dilden laflar ederek
muhtemel krizleri geçiştiriyordu.
Zamanla taşlar yerine oturmaya,
başarı gelmeye ve işler rutine girmeye başladıkça, ikili kendi iç dünyalarına
dönerek karşılarında ihmal ettikleri yüksek egolu benliklerini buldular.
İkisi de belli bir güçte olduğu
düşüncesi ile birbirini tartmaya ve üstünlük kurmaya başladı. Aslına bakılırsa
burada Terim açısından güç ve egemenlik her zaman doğal bir durummuş gibi
dururken, başkan Aysal içinse elde edilmesi, kabul ettirilmesi ve tüm aleme
ilan edilmesi gereken bir şeydi. Bunun için yapması gereken karşı tarafın
egosunu karşısında itaat eder hale getirmek mümkünse söndürmekti.
Tabii her iki taraf akıl
melekeleri ile hareket etmeyi bırakıp, güdülerinin peşinden gitmeye başlayınca
bağlı oldukları Galatasaray kurumsal zincirleri onları frenlemeye ve bır araya
getirmeye çalıştı.
Artık ne fayda akıl devre dışı
kalınca hislerin kontrol edilememezliği ikisini daha saldırgan ve duygularını
dışa vurmaya yöneltti. Böylelikle çatışma kıvılcımları kamuoyunda parlamaya
başladı. Artık bir yangın tehlikesi kamuoyunca dillendirilmeye ve bu yolda
kıvılcımlar beslenerek büyütülmeye çalışılıyor.
Anlaşılan o ki bu egosu yüksek
iki kişi arasında kan uyuşmazlığı mevcut ve birbirlerine yaklaştıkça oluşan
gerilim sonucu em ilişkilerini hem de kulübü zehirlemektedir.
Aradaki paratonerin eksikliği bu
iki kişiyi doğrudan iletişime zorlamakta
ve her harf her kelime her cümle zehrin dozajını daha da artırmaktadır.
Bu sorunun çözümünde iki yol var.
Birincisi ve başarı ihtimali düşük olanı,
gerilimin açık çatışmaya dönüşmeden birbirlerinin kanına girmeden
tekrardan bir paratonerin araya girmesidir. Bu şekilde yaralar kapanır ve akıl
kısmen devreye girebilir. Diğeri ise kaçınılmaz olan sonun, bir çatışma bir düelloya
dönüşüp kulübe ve geçmiş başarılı günlere zarar vermeden, makul bir şekilde
medeni çerçevede yolların ayrılmasıdır.
Yoksa bu yakınlaşma ve bu
iletişim biçimi sürdükçe kan uyuşmazlığı doğal sonucu hem kendilerini hem de
kulübü zehirleyen sonuçlara varacaktır.
(ilk yayın tarihi:24.09.2013 13:19:29)
(ilk yayın tarihi:24.09.2013 13:19:29)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder