30 Temmuz 2014

Javier Bardem'den İnsanlığın Onurunu Kurtaran Mektup: Utanıyorum!

Hani derler ya insanı en iyi 3 yerde tanırsın. Ticarette, yolcukta ve komşulukta. Tabii bunun temeli, bu karşılaşmalarda mutlaka tercihler yapılması gerekiyor olması ve bu tercihlerde de kişisel çıkarların öne çıkması durumu, insanların karakterlerini gerçeğe en yakın şekli ile ortaya çıkarıyordur. Bu birliktelikte cesaret, sadakat, adalet, güven, doğruluk, bencillik, fedakârlık ve daha pek çok insanı davranış test ediliyordur.

Bu testler zor anlarda, tercihlerin bir tarafında olumsuzlukların yer aldığı zamanlarda anlam kazanıyordur. Eğer bir yanda kayıp etmek, acı çekmek, vazgeçmek, vermek, taşımak gibi kendimizden gidecek bir şeyler olduğunda tercihlerimiz bizi ele veriyor. O zaman anlaşılıyor cesaretimiz, dostluğumuz, adaletimiz, hakkaniyetimiz, dürüstlüğümüz v.d

Ticarette, komşulukta, yolculukta uzun süreli ve şartların değişme ihtimali yüksek olduğu zamanlardır. Bundan dolayıdır ki farklı durumlarda kişilikleri test etme imkânı yüksektir.

Bu test değişik biçimlerde sürekli bir biçimde insanları dener ve notu veriri. Bunu en gerçekçi ve en adil biçimi ile zaman yapar. Nasıl geçmişte insanlar bu çarklardan geçtiler ise günümüzde de hiç durmadan bu çark çalışmaktadır.

Şu an en belirgin ve en seçici olanı Gazze'de çocukların kanlı ve çaresi çığlıkları altında dönmektedir. İnsanlık bu çarkın dişlileri arasında berbattan öte utanılası bir sınav veriyor. Hiç bir kabul edilir yanı olmayan ve insan olan hiç bir yüreğin dayanamayacağı bir şekilde çocuklar doğrudan hedef oldukları füzeler karşısında çaresiz bırakılmakta ve parçalanan bedenlerine karşı kör, sağı ve dilsizleri oynayan kodamanların kanlı ittifakı bulunmakta.

En etkili ve verecekleri tepkiler ile pek çok şeyi değiştirebilecek olan zenginler, güçlüler, ünlüler kendi çıkarları uğruna tercihlerini bu kanlı ittifaktan yana kullanmaktalar. Kimi ülke çıkarını, kimi ticari kazançlarını, kimi siyasal geleceğini, kimi ününü, kimi yapacağı kontratları düşünerekten bu çocukları bu cehennemde yalnız bırakıyorlar. Bu da onların sınavı işte. Ne için ne yapabileceklerinin göstergesi.

Bundan daha gerçek ve daha adil bir sınav olmaz onlar için. İnsanlıklarının göstergesi ve çıkarları adına kaç sabiye kıyabileceklerinin ispatı.

Tabii ki bu sınavda çıkarlarından öte insanlığı gelen ve her türlü tehdide karşı sesini çıkaran ve bir fark yaratarak bu saldırılara engel olmaya çalışanlarda var. Onları değeri, onların cesareti, onların insaniyeti zamanla anlaşılacak ve dünya döndükçe değer kazanıp, zamanın uçsuz bucaksız sonsuzluğunda birer yıldız gibi parlayacak. Diğerleri gibi karanlık yığınlar arasında sönüp kaybolmayacaklar.

Bu yıldızlardan biride bayramda yayınladığı açık bir mektupla ses çıkaran ve olanları görüyorum ve susanlardan, ses çıkarmayanlardan ve çıkarları uğruna bu katliama ortak olanlardan utanıyorum diyen İspanyol aktör JAVİER BARDEM oldu. Bu onu gelip geçer dönemin yıldızı olmaktan çıkarıp zamanın sonsuzluğunda tüm insanlığın cesaretli bir yıldızı yapacaktır. Bu devran döndükçe her şey yitip gittikçe O'nun yıldızı gururla parlayacak ve gelecekteki kuşaklara da yol gösterecektir, insanlığın bu vahşi yolculuğunda.

İşte bu mektup

“Şu an Gazze’de yaşanan dehşetin karşısında mesafeli veya tarafsız durmanın HİÇBİR kabul edilebilir tarafı yok. Bu, hastane, ambulans ve terörist olduğu varsayılan çocukları da hedef alan, küçücük bir bölgeye suyu bile olmadan sıkıştırılmış çaresiz durumdaki bir halka karşı yürütülen bir işgal ve yok etme savaşı.

Yorumsuz Çığlık

Radikal'deki bu haber ve resim her şeyi gösteriyor. Kim ki çocuklara böyle acılar yaşatıyorsa; kim ki bu çocukların bu yakamıza yapışan kanlı ellerini siyaset/ekonomi/çıkar/taraf her ne adına olursa olsun haklı görüp, yapanlara destek veriyorsa; Kim ki bu saf çığlıkları ve tutacak bir dal arayan sabileri her ne bahane olursa olsun görmezden geliyorsa, insanlığını kayıp etmişler sınıfındadır.

Kim olursa olsun, hangi sebeple olursa olsun çocuklara böyle zülüm, böyle acı böyle zamanlar yaşatılmaz. İnsan denilen canlının doğasında böyle bir acımasızlık, böyle bir duyarsızlık yoktur.


Küçük çocuğun yürek burkan isteği

İsrail 'in Gazze saldırılarında yaralanan küçük bir çocuğun hastanedeki doktordan babasını çağırmasını istediği görüntüler yürek burktu.

Kendisini sedyeye yatırmaya çalışan doktorun yakasını tutarak "Babamı istiyorum, bana babamı getirin" diyen küçük çocuğun dört kardeşinin de yaralandığı ve aynı hastaneye getirildiği belirtildi.

Küçük çocuğun kardeşlerinden ikisinin üç yaşında olduğunu açıklandı.

(ilk yayın tarihi:25.07.2014 16:57:21)

22 Temmuz 2014

Venezuela Devlet Başkanı: Yerin dibine batsın uluslararası protokolünüz

Gazze'de yaşanılan acımasızca katliam karşısında insan yüreği olan herkesin, herşeyi, her önceliği bir kenara bırakıp, en doğal en insani hali ile tepkisini göstermesi gerekir. Bu tepkilerin, ağdalı ifadelerle, resmi ağızlarla, fırsatçılığa çevirip farklı düşünceleri açıklamaya çalışmak yerine, tabiri yerinde ise makyajsız hali ile ortaya çıkması gerekir.

Çünkü ortada paramparça edilmiş ve hala devam eden çocuk bedenleri var. Çünkü Bakanından, milletvekiline, askerinden siviline kadar çocuk ve kadınlara yönelik açıkça ve insanlığa yakışmayan söylemler ve eylemler var. Ve tüm bunlar devlet kimliği altında ve savunma hakkı diye yapılmakta.

Tüm olanlar karşısında hiç bir şey yapamasa bile bir çığlık atan, bir yeter diye bağıran bir grup ile güç ve yetki elinde olan, suskun, kör ve dili bu sabilerin uğradığı zalimce katliam karşısında dönmeyen  yerleşik bir erk var. Nasıl bir diplomasidir, nasıl bir siyasettir! Resmen yol açıyor, cesaret veriyor, hatta teşvik ediyor bu acımasızlığı.

Ve bunu da inanılmaz bir ikiyüzlülük ile gerçekleştiriyor. Kameralar önünde başka, arkasında başka konuşanlar nasılda söz geçirebiliyorlar bu zulüm karşısında benliklerine de böyle acımasızca destek verebiliyorlar bu katliama.

Ülkemizde de belli bir kesim önce bu olanları duymazdan, görmezden gelmeye çalışsa da başaramıyor. Çünkü bu öyle bir acı ki, çığlıklar yüreklerden çıkıp evreni sarıyor. Ama yine de dal kıpırdamıyor bu taş kesilmiş yüreklerde ve tepkilerini, içinde ki nefreti dışa vuracak, vicdanlarının katılığına ayna tutacak ifadeler ile gösterdiklerini sanıyorlar.

Bir kısmı uluslararası ilişkilerden ve ulusal çıkarlardan bahseder; Bir kısmı içlerindeki Müslüman nefretini dışa vurur; Bir kısmının da içinde,  böyle bir zamanda heykel ve çevre duyarlılığı kabarır. Ve hepsi de laf aralarında Müslümanların kötülüğünden ve dolaylı olarak ta hak edilmiş bir hayatı yaşadıklarından bahsederler.

Ve bunların hepsi sokakta aç bir kedi görse, okyanusta bir balina kıyıya vursa,  şehirde bir ağacın dalına kuş pislese hemen harekete geçerler ve dünyayı yerinden ederler.

İşte tüm bunlara en içten şekilde seslenenlerden biride Venezuela devlet başkanı Maduro oldu. Dünyanın bir ucundan din, dil ve coğrafi bir bağı olmamasına rağmen, gördükleri karşısında bir insan olmanın en doğal hali ile seslendi dünyaya "Yere batsın resmi açıklamalarınız" başlığı altında. İşte bu açıklama;

İşte Venezuela Devlet Başkanı’nın açıklamaları:

"Filistin’den Müslüman, Hıristiyan ve farklı dinden ve kültürden insanlar var. Çağrım bölgedeki Arap halkına ve liderlerine; Ne zamana kadar katliama sessiz kalacaksınız? Filistinli kardeşlerinizin katliamını izlemeye devam mı edeceksiniz? Arap halkları ne zaman uyanacak?

Ve Arap liderleri…

Ne zaman uyanıp Filistin halkının sesine ses vereceksiniz? Yerin dibine batsın resmi açıklamalarınız! Yerin dibine batsın uluslararası protokolünüz. Artık harekete geçmelisiniz. Filistin halkının katillerine cevap vermelisiniz. Durdurmalısınız! Venezuela Devlet Başkanı olarak size sesleniyorum; Yeter artık! Resmi açıklamalarınızdan öteye gidemiyorsunuz, o kadar. Ses tonumdan dolayı kusura bakmayım çok derinden konuşuyorum. İçimde saklı olan acı ve öfke beni bu şekilde konuşturuyor.

Filistin halkına yapılan katliama seyirci kalmak bana acı veriyor. Artık ölümlere alışmışlar dünya katliam karşısında kör ve sağır olmuş! Çoğu korkak liderler de resmi bir yazı geçip olaylardan üzüntülerini belirtip kınıyorlar. O kadar… “saldırıyı lanetliyoruz” sadece bu… “çok endişe duyuyoruz” bir de bu… Mesele bitiyor onlar için… Yeter be artık yeter! Venezuela artık yeter diyor."

Bizde buradan bizdeki taş kesmiş vicdanlara seslenerek diyoruz ki; Yere batsın sizin çıkarcı anlayışınız! Yer batsın içinizdeki Müslümanlara kininiz! Yere batsın içinizdeki bu heykel sevgisi! Yere batsın sizin bu duyarsızlığınız!

20 Temmuz 2014

Obama, Merkel,Çocuklar ve bazı sorulara resimli yanıtlar

Bildiğimiz üzere İsrail Gazze'yi hedef gözetmeden bombalıyor. Havadan, karadan ve denizden. İnsanlar yıllardır abluka altında ilaçsız, aşsız yaşamaya çalışırlarken artık bombalardan kaçmaya çalışıyorlar. Kullanılan silahların çoğu yasak. İnsanları iç organlarını parçalayan, vücutlarını içten içte yakan silahlar ve çeşitli gazlar kullanıyorlar.

İnsan olan herkesin çığlık çığlığa yeter dediği bu katliama Obama ve Merkel olmak üzere tüm güçlü ve çıkarı yüksek olanlar destek veriyorlar. Gerekçe "Kendini savunma hakkı". Evet bu katliamın gerekçesi bu....!

Bizde bazı sorulara cevap bulmakta zorlandığımızdan fotoğraflardan destek alarak yanıtları bulmaya çalıştık.

Soru: 1    Obama ve Merkel neyi destekliyor?
Cevap:1 Gazzenin hiç bir kural ve insani değer tanımayan bir gaddarlıkla bombalanmasını, yıkılmasını.



Soru: 2   Kendini savunma hakkı nedir?
Cevap:2 Yıllardır babalarını, ağabeylerini öldürmekle, kendilerini ambargo ile yok etmekte başarılı olamayan bir devletin ileride muhtemel düşman olacak çocukları ve yenilerini doğurmasın diye de annelerini katletmesidir.



Soru: 3  Kendini kime karşı savunuyorlar?
Cevap:3 Yediden yetmişe nefes alan tüm Filistinliler dahil, kundaktaki bebelere ve anne karnındaki ceninlere karşı



Soru: 4 Şükrü Elektağ'ın Ulusal çıkar kriteri nedir?
Cevap:4 Susmak ve bu haykırışlara kulak tıkamak ülkemiz adına çok karlı olacak



Soru:5  Susmak nasıl bir şeydir?
Cevap:5 Çok kanlı ve acıklı bir şeydir.



Soru:6    Müslümanların Hitler sevgisi nereden geliyor (blogtaki* bir yazara yanıt) ?
Cevap:6 Çocuklarının kalbine saplanan şarapnel parçalarından ve çıkarları için susmuş tüm dünya vicdansızlarının katılığından olmalı. İlla bir şey bulmak istiyorsan ve de hala bulamadıysan resimdeki çocuğu gözlerine bak.



Korkma kör olmazsın!

*Radikal blog

Bebeleri Öldürene değil de ona tepki koyanları yerenler

Çocuklar bombalar ile parçalanıyor. Yasak silahlar ile bedenleri, iç organları dağılıyor. Başta Obama ve Merkel olmak üzere bir devletin çıkarları için bu sabilerin böyle vahşice katledilmelerini açıkça desteklediklerini beyan ediyor. Bebelere bomba yağdıran ülkenin vatandaşları film izler gibi parçalanan bedenleri büyük bir keyif ve kutlama şeklinde seyre dalıyor. Yetmiyor O ülkenin milletvekilleri anneleride öldürelim ki kökleri kazınsın bu dünyadan diye demeç veriyor. Ve askerleri tek kurşunla iki can al diye tişörtlerle gövde gösterisi yapıyorlar, hamile kadınları ve karnında taşıdıklarını kastederek.

Tüm dünya susuyor. Müslümanız diye caka satan Araplar bu dünyada yoklar. Basın katlima yapanların elinde, Ünlüler linç olmaktan, Ülkeler çıkarlarının zedelenmesinden çekiniyor. Ve orada çocuklar katlediliyor, gözlerimizin önünde.

Emekli bir büyük elçi Şükrü Elektağ çıkıp Türkiye'yi "Don Dişotluk" yapmakla suçluyor. Ve lafı çıkarlarımız konusuna getirerek, siyasetin akıl işi olduğundan dem vuruyor. Yaşını başını almış bu kişi körpe bedenlerin parçalanmış uzuvları üzerinde "Çıkar" hesabı yapıyor. Ve bizlere "şissst" diyor ses çıkarmayın. Bilmiyor ki bizler "Don Kişot"luk yakıştıran bu kişi bombalardan kaçarak kurtulmaya çalışan çaresiz ve sahipsiz o çocukların "Kahramanlıklarının" dünyanın vicdanını nasıl kanattığını ve kendilerin de nasıl bir .......... Ey Elektağ, bir Ülkenin çıkarı nasıl da bebelerin parçalanan bedenleri üzerinde olabilir? Nasıl?

Ve "O" çocuklar bombalardan kaçmaya çalışırlarken de ümitlerini kayıp etmiyorlar. Parçalanıp kopsa da uzuvları ellerindeki bir çikolataya sarıldıkları gibi sarılıyorlar yaşama büyük bir umutla.

Ve burada* vicdanı olmayan, insanlığı kalmayan bazı kalemlerde hala bu katliamı eleştirenlere saldırıp onları kınamaya çalışıyorlar. Tek bir satır yazamadan bu çocukların başına yağan bombalardan.


Bombayı, kurşunu yiyen Müslümanlar değilmiş gibi; Ölen, parçalanan ve ablukalar altından yaşam mücadelesi veren onlar değilmiş gibi onlara laf uzatıp "Hitler Sevgilerinden" bahsediyorlar. Sözde iyi bir şey yapıyorlarmış gibi içlerindeki Müslüman nefretini her yolla dışa vuruyorlar.

*Radikal blog

18 Temmuz 2014

Bodrum'un Plajları Gazze'nin Plajlarından daha güvenli

Bizim sahte insan hakları, hayvan hakları, doğa severlerimiz plajlarda güneşlenirken; Bir yanda light cola içip bir yanda lihgt kitaplarını okurlarken boş durmaz, ülke ve dünya gündemini yakından takip ederler.

  • Cem Yılmaz'in Ramazandaki içki problemini
  • Türklerin tükürme problemini
  • İskandivyaların güzelliğini
  • Tarihi eserlerini restorasyonunu
  • Yildiz Tilbe'nin affedilmez nefret suçu işlemesini
  • Çocukların özgürce meslek seçmesini (çocuk duyarlığı had safada)
  • Borsadaki analizleri
  • İflas etmiş sinemaların satılma süreçlerini
  • Futbolun sıkıcı yanlarını
  • Beyaz Türklerini oral seks sorunsalını
  • Devlet Bahçeli’nin Fatih Altaylı hakkındaki düşüncelerini
  • Eşcinsellerin örgütlenme sorunlarını
  • Bankok'ta beş parasız tatil yapma
  • Fıstıklı kuş üzümlü pilav tarifi
  • Gustav Klimt'in yaş gününü


Gördüğünüz gibi son iki günün blog* yazarlarının öne çıkan gündemi. Hepsi Diktatör ve özgürlüklerin olmadığı ülkelerinde verdikleri klavye başındaki savaşlarından yorulmuşlar ve plajda yorgunluklarını giderip, kışa güç topluyorlar.

İçleri insan sevgisi ile dolu. Çocukların kılına zarar gelmesini istemezler. Özgürlük onlar için vazgeçilmezdir. Dürüsttürler, cesurdular ve samimidirler.

Bakın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hepsi koşa koşa, tıpış tıpış sandıklara koşup adaylarını destekleyecekler. Hem de "Ekmek için" şeklinde bir slogana rağmen. Hiç biri "EKMEYECEK" ve sandığa da gidecek.

Ülkemizde her şey kötü ama hakkını yemeyelim sahillerimiz güven dolu. Her şeye rağmen büyük bir güvenle ve can güvenliği ile denize girilebiliyor. Bakın daha geçenlerde Barcelona'da 6 plaj köpekbalığı tehlikesi ile kapatıldı. Allah'tan bizde öyle şeyler olmuyor.

(Şişşşt Gazze'de Plajda oyun oynayan çocukların bombalarla parçalandığını ve bu saatlerde bebelerin beşiklerinde can derdine düştüklerini sakın söylemeyin bunlara. Ağızlarının tadı kaçmasın, yılda 15-20 gün ancak dinlenebiliyorlar. Sonra bi ara öğrenip, tepkilerini en güçlü şekilde gösterirler. Şişşt sessiz olun çocukları uyandırmayın)

(Düşen Malezya uçağına bile ayrı bir kutu açan Radikal, Gazze'de ölen çocuklara yer mi bulamadı!)

* Radikal Blog

17 Temmuz 2014

İşte Sizin İnsanlığınız

Her fırsatta insanlıktan bahsedenler, suskun! Kör! Sağır... Sanki bunlar değil di daha üç gün önce Yıldız Tilbe'yi linç etmeye kalkanlar. Yargılayıp, infaz yapanlar. Neymiş efendim Tilbe insanlık suçu işlemiş, nefret suçu işlemiş......Ve daha neler yapmış neler.... Bi eline silah alıp çoluk çocuk katletmediği kalmış.

Hani hepiniz hassassınız ya! Ondan bu konularda imaya bile katlanamıyorsunuz. İnsanlık algılarınız o kadar hassas. Başta Gazze olmak üzere dünyanın yüzlerce yerinde insanlar katledilirken neredesiniz.

Bakın Gazze’de plajda oynayan çocuklara! Paramparça olmuşlar. Bombalardan kaçmaya çalışırlarken yakalanmışlar. O kadar hızlı koşamamışlar, kim bilir belki açlıktan belki de ambargodan kaynaklı oluşan vücutlarındaki eksikliklerden olmalı.

Gözleri dışarı fırlamış, bacakları, kolları ayrı ayrı yerlere dağılmış. Kimi babasının kolunda cansız, kimi belden aşağı koptuğundan yerden kalkamayan yarı canlı çocuklar.

Tek haber yok bu sayfalarda*. Tek yazı yok bu blokta. Nerede insanlıktan, nefret suçundan bahsedenler. Bu kadar mı gaddar, bu kadar mı taşsınız. Nefret suçu denilen şey nasıl oluşuyor, nasıl meydana geliyor. Yıldız Tilbe sözleri ile kaç çocuğu parçaladı, kaç çocuğun cansız bedenini annesinin kollarına bıraktı.

Blogtaki* yazılara bak; Bayramda nereye gitsek. Cem Yılmaz'dan seçmeler. Bonzai mi değil mi? Karayiplerde tatil.

Niye suskunsunuz? Niye körsünüz? Ey gazetenin editörleri' Pireyi deve yapıp manşetlere taşıma maharetini gösterirken, böyle can yakan, insanı insanlığından utandıran parçalanmış bebeleri nasıl göremiyorsunuz!

Tilbe'nin bir sözü ile kabaran insan severler! Hadi O ülkenin bakanının annelerin de öldürülmesi gerektiğini söylerken kılınızı kıpırdatmadınız; Peki bu çocukların plajda ölümden kaçmaya çalıştıklarını görünce de mi hiç bir şey .........

Yazı da kifayetsiz, söz de. Böyle nefretle kaskatı kesilmiş ve çocukların parçalanmasına sessiz kalmışlara ne denir ki!

Hiç.... Kocaman bir hiç........  Bombalardan kaçmaya çalışan çocukların kaderine terk edildiği bir dünya da ne söylenebilir ki!

(* Radikal blog ve Radikal Gazetesi)



12 Temmuz 2014

Çalışmış ta Gelmiş

Baştan şu görüşümüzü belirtmek isteriz. Seçim yapanın tarafı olmaz. Seçilenin doğal olarak tarafı olur. Olmazsa seçime girmesinin bir manası olmaz. Seçilmek için bir rakip ve karşı argüman gerek olduğundan.

Seçen taraf olduğunda kendi lehine olan avantajlarını kayıp eder, peşinen elindeki tek güç olan seçme yetisini devre dışı bırakır. Seçmenin kriterleri, beklentileri/talepleri olur. Ona uygun olarak adayları değerlendirir, yarıştırır ve kararını verir. Taraf olan seçmen bu aşamaların hiç birini gerçekleştirmeden körlemesine bir adaya bel bağlar. O zaman seçimlerin temel özelliği olan, ayrıştırma (aday bazında) ve en iyisini/layığını/yapabilecek olanı bulma çabası güdük kalır. İlla taraf olmak isteyen o adaya/partiye dahil olur ve seçilmek için uğraşan tarafta yer alır. Ama mutlaka belli bir çoğunlukta tarafsız bir seçmen kimliği bulunmak zorundadır, seçimlerin gayesi olan yarıştırmak ve iyisini bulmak adına.

Fanatik bir anlayışla belli bir partiye, adaya sorgulamadan, ölçmeden, yarıştırmadan oy atmak seçmenin kendine ihanetidir. Yetkisinden vazgeçmesidir. Bizce demokrasilerin seviyesini ölçmede bu kriter de çok büyük bir önem arz etmektedir.

Buradan konumuza dönersek, önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. 3 aday gayet normal sayılabilecek bir ortamda (gerginlikten uzak) belirlendi ve adaylıkları kesinleşti. Yaklaşık bir aylık bir süre zarfında 3 aday da seçilmek için ter dökecek, söz söyleyecek ve biz seçmenleri ikna etmeye çalışacak.

Ancak daha seçimin başında ortaya çıkan bir tablo gözlerden, idrak süzgeçlerinden kaçamayacak kadar net bir şekilde önümüzde. Görünen köy kılavuz istemez misali işin sonu malumun ilanı gibi. Sanki tüm aday belirleyiciler anlaşmış gibi kazanan daha seçimin başında belirlenmiş. Bu görüşe dayanak tespitlerimizin en başında tartıya çıkan adayların arasında dağlar kadar fark olmasıdır. Bu fark siyasi geçmişleri, yarış tecrübeleri ve halka ulaşabilme kapasiteleri başlığında toplayabiliriz. Bu başlıklar altında herkesin çıplak gözle tespit edebileceği ve yerleştirebileceği bariz bir sürü nedene girmeyeceğiz.

9 Temmuz 2014

Brezilya 7-1 Çoktan Haketmişti

Dünya kupası tarihinde en şok edici sonuçlardan biri dün Almanya - Brezilya yarı final maçında yaşandı. 5'i ilk yarım saatte olmak üzere Almanya tam 7 gol ile tarihe geçecek bir skor elde etti. Böyle ağır bir yenilgi Brezilya tarihinde yok.

Skorun yüksekliği olmasa da Brezilya'nın kötü bir sonuç alması bizi fazla şaşırtmadı. Hatta biraz güçlü bir grup olsa idi üst tura bile çıkamayacaklarını düşünüyorduk.

Daha ilk maçta Brezilya'nın durumu ortaya çıkmıştı. Hırvatistan maçı skor olarak 3-1 Brezilya’nın üstünlüğü ile bitmiş olsa da maç son dakikalara kadar başa baştı. Hatta Hırvatistan çok rahat öne geçecek pozisyonları da bulmuştu. Ama çok tartışılan bir penaltı ile öne geçen Brezilya, uzatma dakikalarında bulduğu 3. gol ile galibiyete ulaşmıştı.

Brezilya'da bu maçta göze çarpan en önemli şey dağınık olmaları, takım oyunu oynamamaları ve turnuva değil de bir gösteri maçına çıkıyorlarmış havası olmuştu. Daha ilk maçta kendi kalesine gol atan Marcelo'nun gayri ciddi oyunu, Hulk'un verimsiz çabaları ile Neymar'ın kurtarıcı olarak üzerine aldığı yük kötü bir geleceğin işaretleri idi. Bu sonun bu kadar geç gelmesinin en önemli nedenlerin den biri olan Tiago Silva'nın defanstaki üstün oyunu idi. Tabii ki Rakiplerin Brezilya isminden çekinmeleri, hakemlerin yanlı tutumları ile ev sahibi olmanın avantajı da onları buraya kadar getirmişti.

Burada en önemli pay hoca Scolari'nin. Direnci ve disiplini az bir takım kurgusu ve oyuncu seçimi yapması başarısızlığın ana unsurudur. Neymar'ın kişisel yeteneklerine dayalı bir oyun ve saha içinde keyfi davranan oyuncuların varlığı tabii ki böyle üst düzey bir turnuvada af edilecek konular değildir. Yarı final maçına kadar gruplarda Hırvatistan'ı hakem ile geçip, Meksika ile berabere kalan bu takım, bi üst turda Şili'yi çok zorda olsa penaltılarla eleyebildi, ancak. Sonrası çeyrek finalde ise ismi ve tecrübe üstünlüğü ile Kolombiya'yı 2-1 ile elediler. Bu maçta Kolombiya biraz daha cesur ve kendine güvenerek oynasa idi, rahatlıkla üst tura kendileri çıkacaktı.

Başbakan hayatın içinde kalmalı

Eleştiriye bayılıyoruz. Linçe bayılıyoruz. Kalabalığa karışmaya bayılıyoruz. Bir taşta biz atalım diyoruz. Ama ne yazık ki ölçüyü kaçırıyoruz.

Başbakan Erdoğan siyaset arenamızda en başta ve en revaçta bir lider. İster sevin ister nefret edin bazı gerçekleri inkar etmeyin. Ülke tarihinde 10 yılı aşkındır bir hegomanya kurmuş, güçlü ve partisi adına başarılı bir lider. Ülke içinde inkar etmenin nankörlük olacağı, devrim niteliğinde başarıları var.

Hataları da var, günahları da. Sonuçta bir insan, şaşa da bilir. Hele hele Ülkemiz gibi bir memlekette aralıksız 10 yıl dört nala at süreceksiniz ki mutlaka hatalarınız olacaktır.

Eleştiri, protesto, beğenmeme her türlü karşı fikir, karşı görüş olacaktır. Ama insaf çerçevesinde, medeniyet çerçevesinde ve de en önemlisi mantık çerçevesinde olmalıdır.

Nefret, kin, kıskançlık v.b duyguların körelttiği bakış açıları ile olur olmaz yerlerde, olur olmaz konularda, akla ziyan şeylerle eleştirme, karşı durma ne yapana ne de konu olana bir şey getirir/götürür.

Başbakan Erdoğan iktidarda kaldıkça, gücünü korudukça aldığı eleştirilerde, övgülerde gerçeklerden uzaklaşıp hayali şekillere bürünmekte ve kendi içlerinde kabuklaşan bağnaz inançlara dönüşmektedir.

Nejat Uygur ile Bernard Shaw'un ortak noktası

Nejat Uygur ve Bernard Shaw ‘ın ortak noktalarını keşfetmek oldukça şaşırtıcı . Tabii ki tiyatro onların kesiştikleri bir alan. Ama ilk bakışta aralarında güçlü bir bağ yokmuş gibi geliyor. Bu da beynimizin, ön yargılarımızın bize bir oyunu olmalı. (Maşallah günümüzde bir oyun sevdasıdır gidiyor. Oyunu olmayan yok hayatımızda, bu da ayrı bir konu...)

Bize kalırsa ikisinin örtüşen ve birbirine denk düşen yanları hiciv sanatı konusundaki yaptıklarında belirginleşiyor. Dilleri farklı olsa da ikisinde keskin ve etkili bir üslubu ve anlatma tekniği var. İkisi de kırmadan üstelik çokça güldürerek, en alt sevide de ki kültür birikimine sahip birine bile aynı anlamda mesajlarını verebiliyorlar. Ve ikisi de çok güçlü, birer eleştirel dil kullanıyor.

Bu teknik ile hiciv yapabilme yüksek zekâ gerektiren bir iştir. Yüksek zekânın yanında, ayrıca kıvraklık ve kültür birikimi de gerekir .

Gördüklerini absürd hale getirerek karşı tarafı kendi haline güler ya da cevapsız bırakacak bir şaşkınlığa iterler. Yaptıkları anlık şeylerdir ama kalıcıdır. Etkisi güçlü olur ve belleklerde kalıcı izler bırakır.

Namerdin silahı hançerse, sırtın sağlam olmalı

Gündemimiz yine karışık. Dışarıdan bakınca nasıl görünüyor bilmiyorum ama, şu an bir kaplıcaya ya da hamama gidip temizlenmek istiyorum. Memleketin karakışı gibi, siyaset arenası da sisli ve pisli. Bu sis ve pis içinde kim ne yapıyor kim kokuyor anlayamıyoruz. Olan memleketin havasına ve parasına oluyor.

Kim neyi niye yaptı diye yorumlamamız ve de öncesinde anlamamız mümkün değil. Hangi görüşe yakın bir yorum da bulunsak bir tarafta duracağız. Ama taraflar ve dedikleri öyle inanılmaz açılarla değişmekte ki nerede kimle durduğumuzu bile algılayamıyoruz. En iyisi kenarda durup bu patırtının geçmesini beklemek. Ortalık yatışınca nasıl olsa herkes bir yerlerde birileri ile duracak.

Konuya genel bir bakış açısı ile bakmak daha doğru. Prensipler, genel ahlaki, insanı ve siyasi doğrular konusundan. Çünkü hiç kimse fırsatçılıktan, intikamda, çıkarcılıktan bunlara dikkat etmiyor. Şu an gözleri dönmüş bir biçimde birbirlerine çullanıyorlar. Hiç bir değere bağlı kalmadan. Öyle ki varlıklarının nedeni olan geçmişlerini bile hiçe sayacak, kendilerini köklerinden koparacak bir kendinden geçmişlik ruh hali ile.

Geçmişte "İkiyüzlü olmanın dayanılmaz hafifliği" isimli yazımızda bu konu üzerine şunları yazmıştık;

"Kendi yanlışını görmeme, görmezden gelme, doğruları söylememe, öteleme, dışlama, yok sayma hep bizlerde olan şeyler. Yargılarımızı yanlı yapma hepimizde olan.

Yanlış ve doğrunun yapan kişiye, dünya görüşüne, ideolojisine göre değiştiği bir düzen bizimkisi.... Her şey çıkar ve beklentilere göre şekil almakta.

Bu nedenle gerçek en ulaşılmaz olan. Ve bizler bu yalan çemberi içinde birbirinin kuyruğunu yakalamaya çalışanlarız. Hâlbuki o kuyrukta bizim o elde bizim. Ayrımızda yok gayrımızda..

Ne yaparsak yapalım gün geliyor acı gerçek hepimizin kapısını aynı şekilde çalıyor, hepimize aynı tokadı atıyor.

Bu adama dokunmayın!

Bazı zamanlar oluyor, insanların ikiyüzlülüğünü, art niyetini ve maskelerinin altını anlatmak için soğukkanlı kalıp uygun ifadeler bulmak çok zor oluyor. Amacı ve niyeti belli olanların demagojinin en ağır biçimini kullanarak yaptıkları şeyler karşısında demir gibi sağlam sinirlere ve kutuplar gibi soğuk bir yüreğe sahip olmak gerekiyor.
Sözde basit bir konu gibi, yabancı kültürel bir ikonun ülke kültüründe yer ettirilmesi görmezden gelinerek çağdaş yaşamın bir öznesine dönüştürülen, ticari amaçlı nedenlerle hayatımıza sokulmuş uyduruk bir şeyi eleştirmeyi gericilik olarak yaftalayarak koruma altına alıyorlar.

Binlerce yıllık bir geçmişi ve yüzlerce hakiki kahramanı ve binlerce yıllık birikimin genlerimize işlediği güzel gelenekleri unutturan, basite indirgeyen, çağdışı gören yaklaşımlara ses çıkarmayanlar, manşetlerine bir içecek firmasının, insanlara kışında soğuk içecek satması için sunduğu bir maskota dokunulmazlık sağlamaya çalışıyorlar.

Bu ülkede halkın kahramanlarına, devletin kurucularına, idarecilerine, Ordusunun şerefli insanlarına ve de kutsal sayılanlarına, ifade özgürlüğü kisvesi altında hakaret, küfür, iftiralar atanlara ses çıkarmayanlar, bu uyduruk adama neden sahip çıkarlar?
Sırtında bir çuvalla, insanların mahremi evlerine, üstelikte onlar uyurken girme hakkına sahip bu adam şimdi ki algılamalara göre ya rüşvet götürmekte ya da almış sayılmaktadır. O günlerde de hırsız denirdi bunlara! Ayrıca küçük çocukları kucağına alıp pozlar veren bu adam günümüzde sapık damgasına da maruz kalabilirdi, maazallah!

Nedir bu adamın ayrıcalığı ki eleştirilmesin, ret edilemesin? Ülkemin bir kahramanı mıdır? Yoksa kutsal bir tapılan mı? Ki! Onları bile eleştiriden, hatta küfür/hakaretten koruyan bir yapı yokken.

Bakan olduk diye espiri de mi yapmayak!

Dün pazardı ya, bir rahatlık bir gevşeme almış başını gidiyor. Ciddi konular hiç çekilmiyor. Çaylar, kahveler, gazeteler (pazar ekleri öncelikli) eşliğinde keyfimize keyif katıyoruz.

Memleket insanı olarak zaten rahat bir yapımız var. Bizler "Her şerden bir hayır" bekleyen ve "Dünya yıkılsa umurunda olmayan" bir milletiz. Onun için kasmıyoruz.
Genç nesil olarak ta bu rahatlığımız, muzipliğimiz sosyal medya sayesinde anonim bir biçimde görülüyor. Eskilerde WC kapıları, stat pankartları, sokak duvarları ile kamyon kasalarında hayat bulan zeka pırıltıları, sosyal medya ile daha hızlı ve daha geniş kitlelere ulaşabiliyor.

"Çare Drogba", "Milyonları evde zor tutuyoruz", "Beddua seansları" son zamanlarda öne çıkanlar. Artık klasik hale gelen "Sabri reyiz" "Whats Up" v.b geyikler ise hepimizi içten içe tebessüme iten, bazense kontrolsüz kahkaha attırabilen espriler. Keşke hep böyle gülebilsek!

Bu günün bombası ise yeni ekonomi bakanımız Nihat Zeybekçi'den geldi. Konunun gelişim aşamasında bakanın Twitter hesabındaki bir mesajı ve fotosu gündeme geldi. Pazar sabahının rahatlığı ile pek ilgilenmesek de olayın sosyal medyada yankılanması ve tepkilerin çoğalması sonucu bakanın yanıt vermesi bizleri konuya meraklı hale getirdi.

2 Temmuz 2014

Anadolu ihtilali son halkası da gerçekleşiyor

Gerçek şu ki, bu millet sessiz sedasız kendi devrimini gerçekleştirmiştir. Millet kendi gücünün farkına varmış ve Milletin gücüne inanan bir iktidarı bu noktalara getirmiştir. Şimdi sıra devrimin son halkasında. Bu halka ile birlikte bu devrim tamamlanmış olacak.

Evet, Türkiye Cumhuriyet'i 12. cumhurbaşkanını seçerken pek farkında olmasa da bir dönemi kapatıp, bir dönemi açacak tarihi bir anı yaşayacak. Kökü 1950'li yıllara dayanan bir devrimi bu seçim ile tamamlayıp, yeni bir Cumhuriyet'e yelken açacaktır. Tam anlamı ile Cumhuriyet rejimi bu memlekete yerleşmiş olacaktır.

İstenildiği kadar beğenilmesin, görmezden gelinsin, üstü çizilsin, eleştirilsin, hakaret edilsin önümüzde kocaman bir başarı hikâyesi vardır. Bu hikâyenin en önemli destekçisi halktır. Başarıyı sürükleyenler ve bugüne getirenler ise Erdoğan liderliğindeki Ak parti hükümetidir.

İleriki yıllarda bu kör bakış, bu önyargılı bakış etkisini yitirdiğinde yaklaşık olarak 20 yıl süren bu yolculuk gerçek değerine ve anlamına kavuşacaktır. Taraflı tarafsız büyük bir çoğunluk hak edilen takdiri gösterecektir. Bakmayın günün siyasi çekişmelerine, beklentilerine herkesin içinde açık veya gizli bir hayranlık ve bunun getirdiği farklı tepkiler vardır.

Bu noktaya gelmek hiçte kolay olmamıştır. İnanılmaz zorluklar içinde, geri dönmemeye ant içmiş bir yolculuk yaşanmıştır. Millet, teşvik ettiği bu yolda kademeli olarak, sınaya sınaya güç vermiştir, omuz vermiştir yolcuya. Bakmıştır ki sapma yok rotadan, ihanet yok davadan artırdıkça artırmış ve şu an ki tepe noktaya vardırmıştır desteğini.

Milletin derdi ideoloji değil, aş olmuştur, kardeşlik olmuştur, iş olmuştur, güç olmuştur. Millet kendine hizmetkâr aramış ve onu bulmuştur. O adam yerine koydukça, kendisi de adam gibi bir yaşama kavuşmuştur. Eğitimden, sağlığa, ulaşımdan, barışa çok sağlam ve insan onuruna yakışır işler başarılmıştır.

Aynı çatı altında aşkımız bir yalandı

Önümüzde ki Ağustos ayında ülkemizde bir ilk yaşanacak, bir eşik atlanacak. Sonrasında tamamı ile farklı bir dünyaya geçmiş olacağız. 80 yılı devirmiş olan cumhuriyetimiz ilk kez başkanını kendi seçecek.

Öncesi gibi sonu da fırtınalı olacak. Bu bilinmeyen dünyaya adapte olmada pek çok kurum sıkıntılar yaşayacak. Kimisi doğru algılayıp, ona göre adımlar atarken, çoğunluğu ise algılayamadığı bu dünya ile uyumlu adımları atamayacak. Ya geri kalacak, ya fazla ileri olacak; kimi zaman bi ileri iki geri adım atarken, kimi zaman ayakları birbirine dolanacak; Ya boşa adım atacak, ya birilerinin ayağına basacak, bu şekilde sendeleye sendeleye geçiş yapacak yeni yoldan.

Ama görünen köy kılavuz istemez misali bu yeni döneme en hazırlıksız yakalanan bu işin baş aktörlerinden biri olması gerekli muhalefetimiz. Bırakın ilerisini düşünmeyi, şu an içinde bulunduğumuz seçim sürecinde bile yalpalamaya başladılar bile. Temeli olmayan bir yapıya çatı kurmaya kalkan muhalefetin, bu çatıyı taşıma yükü altından kalkılabilecek gibi değil. Daha şimdiden çatıya el vermeyen ya da gönülsüz davrananlar çıkmaya başladı bile. Hâlbuki bir binanın en son çatısı inşa olunur ki mobil olmasın, ilk fırtınada uçmasın diye. En önemlisi de çatıdan önce temeli sağlam bir bina yapılır ve kirişleri sabitlenir ki çatı ile bina ayrılmaz bir bütün oluştursun diye.

Bu kadar aleni bir kötü girişten anlaşılacağı üzere işin sonunu görmek için müneccim olmak gerekmiyor. Çarşambanın gelişi perşembeden belli. Bunun tek bir mantıklı açıklaması olmalı, o da muhalefet bu seçimi kesinlikle iktidarın kazanmasını istiyor ve asıl planını seçim sonrasına göre kurguluyor olmalı. Bu şekilde iktidar partisinde bir ayrışma, bir güç bölünmesi ümit ediyor.

Bizde bu görüşten yola çıkarak, işin başına ya da gidişatına bakarak zaman kaybı yaşamaktansa, öngörülerimizi doğrudan seçim sonrasına yoğunlaştıralım dedik. Bunun içinde fazla bir kafa yormadan geçmişimizin en etkili çatı temalı eserinden faydalandık. Bu eser bir zamanlar dillerden düşmeyen bir TSM şarkısı olan "Aynı çatı altında aşkımız bir yalandı".

Sanatın kitleleri etkileme ve yaşamlarında iz bırakma etkisi o toplumun olaylara bakış açısını gösteren en önemli işaretlerdendir. Bu şarkıda çatı olayına etkili bir bakış atmış ve aylarca dillerden düşmeyen bir hit esere dönüşmüştü.
Demek ki bu çatı olayı toplumumuzun geçmiş zamanlarından beri var olan bir kavrammış. Bakalım ki bizlerde aynı çatı altında sonrası yaşananlar nasıl bir genel durum halini alıyormuş;

"Aynı çatı altında aşkımız bir yalanmış
Dönüp baktım maziye paylaşacak ne kalmış..."

Bu dizelerden anlaşılacak ilk şey, seçim sonrası çatı altında büyük bir ayrışma yaşanacak ve yaşanmış olan hiçbir şeyin ortak bir payda da buluşamayacağıdır. Seçim sonrası büyük bir hayal kırıklığı ile gerçeklerle yüzleşme yaşanıp, bu zorlama birlikteliğin tüm olumsuz birikimi dışa saçılacaktır.

Plaj Edepsizi

Bugünlerin meşgalesi de plaj oldu. Malum plaj tayfası sahillere akmaya başladı ya. Çeşme Alaçatı kumsal güzelleri, rich man lahmacunları ile beraber halkı plajlardan uzak tutmaya gönüllü bir edepsiz neferide saldırılara başladı. Kışın halkı yerdikleri, hakir gördükleri yetmezmiş gibi yazında uzandıkları şezlonglarından şalvarlı denize girdi, sakallı karpuz kesti gibi aşağılık haberler ile dalgalarını geçmekteler. Hâlbuki sıcağın dibinde 50TL'ye kazık lahmacun yeme cehaletini gösterirlerken susarlar.

Bunların bir de seçim zamanları ortaya çıkan modelleri vardır ki akla ziyandırlar. Ellerinde olsa yazın seçim istemezler ve olursa da tüm sandıkların plajlarda kurulmasını beklerler. Onlar bekleye dursunlar sandıklar kurulur, kaldırılır bunlar kuru gürültü içinde boş lakırdılar ile ömür çürütürler. Ne kendilerine ne de memlekete bir faydaları dokunur.

En sevdikleri şey uydurmadır. Her konuda bunu ustaca yaparlar. Ama güneşin altında fazla kalmalarından olmalı artık komik hale gelen ve inandırıcılığı kalmayan tekrarlara kaçıp, bitpazarı misali eski kasetleri sarıp sarıp gündeme sürerler.

Bir zamanların Aczimendileri, Fadime Şahin'leri ve uçkur düşkünü sahte şeyleri benzeri bir haberi plajdan vermişler. Tebliğciler diye bir şeyi abartıp, kabartıp plaj lahmacunu gibi akla ziyan bir saçmalıkla manşetlere taşımış ve o sıcağın altında akıl yürütmüşler. Aslında iki dilim buz gibi karpuz yeseler susuzlukları gidecek ve hayal mahsulü şeyleri büyütüp komik hale düşmeyeceklerdir.

Bilmezler ki bu ülke o kadar gel-gitler yaşadı ki, bunun aşındırdığı üst katmanlardan temele ulaşıldı. Ve o yapay korkular, o yapay afili kaplamalar yok oldu, gitti. Artık gerçek olanlar gün gibi ortadalar ve masalların inandırıcılığı kalmadı.

Paradan Daha Önemli 7 Şey mi var?

Bugün kü Radikal'in manşetinde "Paradan önemli 7 şey" başlıklı bir haberde, "Bazen hayatta daha önemli şeyler olduğunu unutup kendimizi para kazanmanın hırsına kaptırırız. Fakat para her şey demek değildir, paraya sahip olup da ulaşamayacağımız birçok şey var" denilerek bunlar 7 başlık altında toplanarak sunulmuş.

Bu listeye göre paradan daha önemli olan 7 şey;
  1. Sağlık
  2. Aile
  3. Çocuklar
  4. Arkadaşlar
  5. Aşk
  6. Özgürlük
  7. Mutluluk

Tabii ki safihane duygularla bakıldığında bunlar paradan daha önemlidir denilebilir. Ama bu önem derecesi ile listedekilere "sahip olunma" durumları göz ardı edilmemelidir. Sonuçta bu listede para yerine farklı şeylere sahip olunma durumu var. İllaki bir şeylere sahip olma hayatta önemlidir deniyor. Ama nasıl sahip olunacağı anlatılmıyor. Aslında son madde "Mutluluk" bir sahiplik durumu değildir. Eğer diğer 6 madde ile ilgili gerçekleşmiş durumlar kişiye kafi geliyorsa "Mutluluk" sonuç olarak ortaya çıkıyor. Zaten temel gaye "mutluluk". Hayatta mutluluk bir şeylere sahip olma neticesinde gerçekleşiyor. En büyük yalan da bu!

İnsan hayatta hiç bir şeye sahip olamaz. Sahip olduklarını düşündüğü her şey aslında kocaman yanılgıdan başka bir şey değildir. İnsan ilk önce yanılgılara sahip oluyor aslında. Bu yanılgılar onu gerçek olmayan başka mülkiyetlere, aidiyetlere itiyor.
Başta para olmak üzere yukarıda ki 7 madde de tamamı ile yanılgıdan başka bir şey değildir. Güncel olarak bu yanılgılara en anlamlı örnekler Ali Şen ve Serdar Ortaç'tır. Herkesçe malum yaşananlar bu yanılgıları açıkça anlatmaktadır.

Para bir amaç olmadığı taktirde sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yaşam için faydalı ve sonuç alıcı bir araçtır. Kiminin bir günlük çerez parası ile hayatlar kurtarabildiği/değiştirebildiği bir dünyadır bu. Bizleri derinden etkileyen bir haber olan, "Kışın ortasında çocuklarına sıcak bir ortam sunmak için odun alacak parası olmayan bir annenin, zor uğraşlar sonunda iyiliksever birinin verdiği odunları ıslandıkları için yakamaması sonunda taşan sabır çizgisi ile bu hayattan göçmeyi seçmesi " tüm saçma listeleri yıkıp atar. Aynı anlarda bir şımarık züppenin milyonluk arabası ile gecelerde binlerce dolarlık şampanyalar patlatıp, tatminsizlikten kafa çekerek hayatına son veren bir dünyadır.

Bir zamanlar Radikal'di!

Evet, bir devir daha kapanıyor. Üniversite yıllarımızda hayatımıza giren ve her ne kadar çok fazla eleştirmekte, okumaktan, takip etmekten geri durmadığımız bir gazete idi. Yayına başladığı zamanlarda farklı olmak adına güzel işler yapmıştı. Kitap eki olsun, İki eki olsun ilgi çekici ve bilgi verici idi. Özellikle cuma ve pazar günleri mutlaka bir Radikal alırdık.

Yeni Yüzyıl gazetesinin benzeri etkileri daha sert bir biçimde estirmişti. Radikal sahiplerinin ekonomik gücü sayesinde daha uzun ömürlü oldu. Ama teknolojinin hızı ile ekonomik gerçekler son kararı alınmasını kaçınılmaz kıldı.

Gençliğimizin güzel hatıraları ve o zaman ki güzel beklentileri etkisi ile inatla web ortamında gazeteyi takip etmeye ve yazabildiğimiz kadarı ile bir kaç satır ile fikirlerimiz ile katkı sağlamaya çalışıyoruz.

Ama ne yazık ki basılı yayının son bulması haberinin yarattığı olumsuz duyguları, hayal kırıklıklarını her geçen gün artarak bu mecrada yaşıyoruz. Sebebini basitçe özetlersek inanılmaz bir seviyede kişisel inançların/ideolojik saplantıların bağnazlığı nedeni ile oluşan körlük, sağırlık ve hissizlik hakim.

Herkesin (bu mecrada yer alan) aynı doğruya/yalana inanmasına, herkesin aynı şeye övmesine/sövmesine karşı bir ön kabul oluşturmuşlar. Radikalden çok marjinal bir gruba dönüşmüş. Kendi inançları uğruna katı bir çifte standart, ayrımcılık ve sansür uygulamaktalar. Evrensel ilkelerden çok kişisel inançlar öne geçmiş.