26 Mart 2014

Şiddeti Reddet!

Şiddet !

Hayatımızın her alanını kaplamış. İşte, evde, otobüste, maçta, eğlencede, gösteride, okulda, hastanede. Aklınıza gelen her yerde şiddet var.

Okumuşu, cahili, ünlüsü, ünsüzü, zengini, fakiri, genci, yaşlısı, memuru, işçisi, askeri, polisi, siyasi. Çocuklarımıza kadar her bir çeşidimiz şiddete başvuruyoruz.

Dövüyoruz, atıyoruz, yakıyoruz, kurşunluyoruz, gazlıyoruz, kesip parçalıyoruz, aside buluyoruz. İnsanlığa sığmayacak canilik noktalarına varıyoruz.

Bebeklere, kadınlara, çocuklara, savunmasızlara, yaşlılara, hak arayanlara, maç izlemeye gidenlere, okula eğitime gidenlere şiddet uyguluyoruz.

Kibirli bir iş ilanı ve Batan bir İmparatorluk

TMSF bir bir Çukurova Holding şirketlerine el koyuyor. Hepsi çok değerli ve başarılı şirketlerdi. Zamanında alanlarında en güçlü ve belirleyici firmaları idi. Hatta bazıları hala günümüzde tekel olabilecek seviyede pazar hakimleri.

Digitürk, Akşam, BMC,Show TV vd. Sırada TURKCELL'in de olduğu söylentileri dolaşmakta.

Bu sürecin temeli yıllar öncesi başlayan Pamukbank ve Yapı Kredi bankasının TMSF tarafından el konulması ile başladı. Bu iki bankada o dönemin kalbur üstü bankaları idi. El konulmadan önce satılsalar ya da birleşseler idi belkide 10 Milyar$'ları bulan değerleri olacaktı.

Peki nasıl oluyor da bu kadar güçlü ve pazar hakimi iken böye kara bir noktaya geliniyor. İç dünyasını bilmediğimiz bu süreçte dışarıdan bakılınca en önemli sorunun yönetim, tercihler ve finansal alandaki başarısızlıkların neden olduğu/engelleyemediği kanaati oluşuyor.

Yapı Kredi ve Pamukbank gibi güçlü bir geçmişe sahip ve dönemlerinin en önde gelen bankalarına sahip ve TURCELL gibi piyasa değeri 30 Milyar$'ları bulan nakit sıkıntısı olmayan bir grubun finansal sebeplerden çökmesi kabul edilemez ve tarihe geçecek bir başarısızlık hikayesidir.

Samet Aybaba "Feda" dedi! Beşiktaşk "Vefa" diyemedi

Samet Aybaba yıllarını Beşiktaş'a vermiş, Kaptanlık yapmış bir futbol adamı. Normale zıt gelecek bir seviye bu camiada sevmeyeni ve itici bulanı çok olan değişik bir adam.

Geçen yıl en dip seviyelerde yer alan, umutsuzluğun ve terk edilmişliğin duygusal hezeyanlarındaki Beşiktaş'ına hiç düşünmeden balıklama Hoca olarak gelmeyi kabul etti. Öyle ki bir sezonun sonunda şamar oğlanı olup, kariyerinin en kötü dönemlerinden birine aday olan bir zamanda.

Herkesin kaçıp kendini kurtarmaya çalıştığı, aman bana bulaşmasınlar da ne halleri varsa diyerek kuytularda saklandığı bir dönemde, üstelik alenen istenmediği dillendirilen bir dönemde "Beşiktaşk" sevgisi ile kendini attı bu kuralsız arenaya.

Ama bir kurban iken az kalsın bir kahramana dönüşüyordu. Üstelik inanılmaz bir sakatlık furyası ve hakem hataları da peşini bırakmazken. Herkesin acıyıp, hor göreceği bir sezon beklenirken, o takdir edilen, oynattığı oyun keyif veren ve şampiyonluğa ramak kala geri düşen bir takım yarattı.

Eurovision Şarkı Yarışmasıdır, Saçmalık değil!

Eurovision adı üstünde bir şarkı yarışmasıdır. Ancak yıllardan beri artan bir saçmalık seviyesi ile bu amacının dışında akla sığmaz şeylere alet edilen bir organizyona dönüşmüştür. Yıllarca görmezden gelinen bu saçmalıklar çeşitli beklenti ve fırsatçılık hisleri nedeni anlaşılır ve kabul edilir sayılmıştır.

Halbuki;

* Başarısız olsa dahi belli başlı demirbaş ülkelerin doğrudan finale katılması
* Hiç bir zaman şarkının kalitesine bakmaksızın ilgili ülkeye duyulan yakınlık bağına göre saçmalık düzeyinde en yüksek puanları bazı ülkelere verilmesi.
* Şarkının içeriği dışında  ilgisiz pek çok konunun bu bahane ile ülke gündeminde yer alması.
* Yapılan şov ve şarkıların çoğunlukla kalitesiz olması.
* Uç noktadaki görüşlerin bu yarışmayı şova dönüştürmeleri,
bu gösterinin çoktan bir şarkı yarışmasından çıktığının bariz göstergeleridir.

Şimdi de TRT'nin bu yarışmadan çekilmesi ve hatta yarışmayı yayınlamaması farklı beklentilerdeki kişiler tarafından eleştirilmektedir. 

Korkma Muz Isırmaz

Muz ülkemiz kültüründe tropikal bir meyve olarak algılanıp herhangi bir ırkçı fetiş öğesi değildir.  Bu fetişin kültürü batıya aittir.

Muzun en farklı kullanım alanı "Temel Fıkrasında" yer alan "Muz Kabuğudur".

Ülkemizde sadece bir meyve olarak bilinen muzu, zenci ırkçılık virüsünü yayma ve benimsetme de bir araç olarak kullanması o zihniyetlerin ayıbıdır.

Ülkemiz kültüründe Zenci ve Muzun bir arda bir anlam ifade ettiği bir kültürel geçmiş yoktur.

Zenciler ülkemiz kültüründe her hangi bir alt kültüre, ırka vd ayrımcılıklara tabi değildir. Öyle bir kültürün oluşabilmesi için yeterli bir zenci nüfusu ve bir arada yaşama tecrübesi mevcut değildir.

Silahlı Kuvvetler ve görme problemi

Görme problemi olan bir kurum vazifelerini yerine getirebilir mi? Ne kadar sağlıklı görev yapar?

Tüm dünyanın gördüğü, basının görsellerle yaydığı, ülkede günlerdir tartışması yapılan bir konunun, ülkenin güvenliğinden sorumlu bir kurum tarafından görünmemesi ne ürkütücü bir durum.

Görme problemi olan bir cerrah bir cana; bir hakem bir maça; bir şoför bir mala mal olabilir. Ama görme problemi olan bir ordu bir vatana mal olur. Ne acı...

Peki bu kadar alenen gözlerimize sokularak yapılanları görmeyen ve de duymayan nasıl görev yapabilir durumda. Nasıl bir görev anlayışında. Bu olumsuzluktan sorumlu makamlarda mı kör ve sağır. Niye göreve, gören, duyan ve anlayanları atamamakta. Yoksa elimizde o yeterlilikte atanacak mı bulunmamakta?

Analar Ağlamasın

Kelimelerin, kavramların anlamlarını, içlerini boşaltıp harflerin bir araya gelmesini işe yarar sanıyoruz.

Analar ağlamasın diyerek anaların yüreğindeki yangını söndüremiyoruz, "Barış" diyerek savaşları durduramıyoruz.

Biz ne kadar bu sözleri sarf edip buna uygun davransak ta Analar Daha fazla ağlayıp, bizler daha fazla savaşın içine giriyoruz.

Bazen analar ağlasın deyip yüreklerine su serpip, yüzlerini güldürebiliriz; Bazen yumruğumuzu sıkıp savaş diyerek kalıcı Barışı tesis edebiliriz. Her ikisinin de temel taşı güç ve caydırıcılıktır.

Barış için Savaşı, Gülmek için Ağlamayı göze almalıyız. Aksi taktirde bin yıllardır süren dünya düzenine yenik düşer, güçlünün zayıfı ezdiği bir hayata razı oluruz.

Sayın Cumhurbaşkanına açık mektup: Lütfen Sultanlık Yasası'nı millet adına onaylamayın

Sayın Cumhurbaşkanım,
Basından da verebildikleri kadar takip ettiğimiz üzere bizlerin vekili olan 550 çok değerleri zat içinde bulundukları çok zor ve elverişsiz şartlarda üzerlerine düşen vazifeleri layığı ile yerine getiremedikleri ve bundan dolayı Millet nezdinde kendilerini rencide edilmiş hissettikleri nedeni ile kendi özlük haklarını tüm sülalelerini de kapsayacak biçimde yeniden düzenlemek için özlenen birlik ve beraberlik içinde düzenleme yapmışlardır. Buna göre;

* En üst düzeyde maaş. Maaş 3 aylık peşin olacak ve de erken seçim durumunda  çalışmasalar bile bu para onların hakkı sayılacak.
* Hiçbir suçtan dolayı kimse onlara dokunamayacak. Sınırsız suç işleme hakkı tanınıyor.(Suç işleyenlerin psikolojisini anlayabilmek için)
* Her türlü tedavi masrafları (Estetik kulağa biraz hoş gelmediğinden çıkarmışlar) TBMM tarafından karşılanacak.
* Maaşları kâfi olmadığından yarısı kadar ek ödenek verilecek.
* Trafikte sınırsız özgürlük ve yasalardan muafiyet getirilecek.
* Ömür boyu taşıyacakları kırmızı pasaport
* Devletin tüm sosyal tesislerinden ömür boyu tüm sülale sonuna kadar yararlanma hakkı
* Hakkın rahmetine kavuştuklarında (Allah taksiratlarını affetsin) 12 maaş teselli ikramiyesi.
* 19 Mayısta törenlerde oturabilmeleri için birer sandalye

Saygıdeğer Cumhurbaşkanım af buyurun ama bu düzenleme Millet ile dalga geçmenin en ileri seviyesi, ayrıcalıklı ve üstün bir zümre yaratmanın en usturuplu biçimi olmuştur. Bunu kabullenmek ve sineye çekmek akıl ve vicdan sahibi kişiler için imkan dahilinde değildir.

Abdesi bozuk olanın Namazı Unutulur

Eskiden büyükler küçüklere masallar, hikayeler, menkıbeler anlatırdı. Bunlardan ders çıkarıp ileri ki yaşamalarında dürüst, namuslu, tokgözlü, hakkaniyetli, adaletli ve en önemlisi devletin malının kutsallığını bilsin diye.

Bu hikâyelerden en bilinenleri vali olup adam olamayan kişi, Hz. Ömer'in adaleti ve hak konusundaki davranışları idi. Hz. Ömer'in (Allah (c.c) gani gani rahmet eylesin) iki tane aydınlatma aleti olurmuş. Bunlardan birini devlet işleri yapacağı zaman diğerini ise kendi özel işlerini yapacağı zaman kullanırmış. Bunu da Devletin malı milletin/ümmetindir. Ben bunu millet adına/ümmetim adına işlerde kullanabilirim. Kendi özel işlerim için bunu kullanamam, bu kul hakkına girer diye söylermiş.

Hz. Ömer memleketindeki fakir fukaradan, dara düşmüş her kim varsa hepsinden sorumlu tutarmış kendini. Onların derdine çare bulmadan kendi çıkarına bir şeyler düşünmezmiş. Ümmetin nasıl yaşıyorsa bende onların temsilcisi olarak farklı olamam, hatta bir adım arkalarından gelirim ki bir kişi dahi olsa gözden, imandan, vicdanımdan kaçmasın diye.

Mucize! Vekiller uzlaştı... Millet senin derdin ne!

İnanılmaz ama gerçek! Şaka değil! TBMM milletvekilleri bir yasa konusunda birlikte hareket etme kararı aldılar. Ama bu ne Yeni anayasaya, ne sosyal sigortalar, ne eğitim, ne güvenlik, ne bilmem ne değil tabii ki!

Kendilerine tanınan haklar yetmiyormuş ki vazifelerini yapmalarına, yeni ve afili haklar vermek için kendilerine, kolları sıvamışlar. Hem de ne haklar yediden yetmişe tüm sülalelerine beşikten mezara sürecek haklar. Kim demiş padişahlık bitti diye, asıl şimdi başlıyor.

Hem "Cumhuriyet" hem de "Demokratik" olan ülkemizde kendi seçtiğimiz vekillerimize padişahlardan öte haklar tanıyıp bir de "Dokunulmazlık" vererek onlara, demokrasiye ve cumhuriyetimize bağlılığımızı gösteriyoruz.

Varsın onlar ülkenin iç kargaşalarını çözmesin, varsın onlar eğitimsiz gençliği eğitmesin, varsın onlar SGK'nın borç batağına sürüklenişini durdurmasınlar, varsın onlar teröristlerin devlete kafa tutmasına ses çıkarmasın, varsın onlar açlık sınırında yaşayan halkına refah getirmesin... İşsizlik de no problem!

Diktatörlüğe Karşı Sanat

Ortaçağa hakim olan karanlık atmosfer Dini Bağnazlığı maske olarak kullanmış "Manevi Güç Diktatörlüğü" idi. 2000'leri karanlığa gömen ise teknolojik bağnazlığı maske olarak kullanan "Maddi Güç Diktatörlüğü"dür.

İkisinin ortak yönü insan iradesine kayıtsız şartsız bir egemenlik kurup, katı, değişmez doğrulara sahip olduğu inancıdır. Her iki diktatörlükte insanın düşünme özgürlüğüne farklı araçlarla el koyup, onu işlevsiz bir hale getirme düşüncesindedir.

Her iki bağnaz diktatörün ilk yok ettikleri "insani duygular" ve bunun uzantısı olan "Sanat"tır. Ve yine aydınlığa varışta da kurtuluş ışığını yakan, insani duygular ve bunun uzantısı olan sanat olmuştur, olacaktır.

Aslını Yitiren Aslı Erdoğan

Yıllar önce yanılmıyorsam Radikal'de yazdığı bir Kızılderili hikâyesi ile beni çok etkilemişti. Bu yazıyı kesip sakladığımı hatırlıyorum.

O dönem epey takip ettim kendisini. Fakat tarif edilemeyen, anlatılamayan bir iticilik vardı. Bir süre daha kendimi zorlasam da bir türlü bir bağ kuramadım, yazdıkları ile.

Bugün onunla ilgili bir röportaj ile tekrar yer etti dünyamda. Bir üzülme, bir iç burkulması yaşatan röportaj sonucu, kendisi hakkında küçük bir araştırma yaptım.

İnanılmaz zeki ve başarılı biri olduğunu gördüm. Ancak aynı zamanda inanılmaz acı çeken ve hayatın kontrolünü bırakmış kırık/paramparça birini de gördüm.

Fatih Terim/Aykut Kocaman motivasyon teknikleri karşılaştırması

2013 yılı sezonu futbol turnuvalarında sona gelindi. Bir sezon daha kupaları kazananların, kayıp edenlerin belli olmaya başladığı son düzlüğe ulaştı.

Türk futbolunda her zaman olduğu gibi asıl rekabet 3 büyük takım arasında geçti. Ancak diğer takımlardaki mücadele ve motivasyonda inanılmaz derecede yükselişte olup, ligin genel zorluk derecesini arttırmaktadır.

Bu yılın şampiyonu Fatih Terim yönetimdeki Galatasaray oldu. Ancak alkışlanan, takdir edilen ve sempati toplayanı (Beşiktaş ile beraber) ise Aykut Kocaman yönetimindeki Fenerbahçe oldu.

Galatasaray ve Fenerbahçe'nin bulundukları noktalarda hiç şüphesiz hocalarının performansı etkili olmuştur. Hocalar üzerinden karşılaştırmalı bir etüt yaparsak, sezonun kapanmasına az bir süre kala fazla yanılgıya düşmeyiz sarınım.