30 Eylül 2015

Alman Disiplini Türk Vicdanı

Yüzyıla yakındır hayatın her alanında, ülkemiz gelmişi ve geçmişi ile bir küçümsenme, beğenmeme, layık görmeme vb şekiller ile öz güveni olmayan, kendini inkar eden ve yabancıya hayran ettirilen bir algı kapanının içinde ezilip, büzülmektedir. Bunu siyasetten spora, sanattan bilime, sosyal hayattan iş hayatına her alanda görmek mümkün.

Sanki hiç mi iyi yanımız yokmuş gibi, sanki hiç mi gurur duyulacak işlerimiz, uğraşlarımız yokmuş gibi bize dayatılmış ve içerideki bu işin korucuları tarafından büyütülerek canlı tutulmuştur.

Halbuki bizler muhteşem bir tarihi zenginliğe sahip, dünya kültürüne, tarihine ve sosyal yaşantısına köklü etkiler yaratmış kadim uygarlıklardan birine sahibiz. Öyle ki en haşmetli zamanlarımızdan en zor durumdaki anlarımızda dahi insanlığımızı kayıp etmemiş, dünyanın vicdanı olmuş bir milletiniz.

Bizden önce ve bizden sonra yaşadıklarını sorgulayabilen tüm toplumlar hem geçmişlerine özlem ile baka kalmakta hem de atalarının yapmış olduğu hataların, hainliklerin ve yanlış tercihlerin sonuçlarına katlanmaya çalışırken, bir yandan da kurtulmanın yollarına bakmaktadırlar. Ancak kurulan oyun öyle karmaşık, öyle iç içe geçmiş kandırmacalar, hainliklerle örgülüdür ki, bu düzenekten çıkmaları da zordur.

Daha düne kadar “Alman Disiplini”, “Alman Kurallara uyma hassasiyeti”, “Almanların yasalar karşısında komşularını bile şikayet etmeleri” vb pek çok örnek dillendirilip duruyordu. 

Nasıl bir düzense, nasıl bir propaganda ise, anlaşılmaz, bunu Almanya’dan gelen gurbetçilerden, iki satır okumuş kelam sahibine kadar herkes, bizleri yererek,  bıkmadan usanmadan uslarımıza dikte ediyordu.

Hâlbuki bunun temeli “Alman Despotizminden” başka bir şey değildi. İnsan vicdanını, insan iradesini saf dışı bırakan; İnsanın robotlaştırıp, sistemin kölesi yapan bir yapı idi bu.

Öyle ki bugünlerde dikkatimizi çeken bir sosyal medya paylaşımı bunu çok güzel ifade etmektedir:

Almanya’da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.



19 Eylül 2015

Kim İnanır Size: O ADAM DİK DURDUĞU MÜDDETÇE

Bu ülkede hainler kadar vatanseverlerin, namussuzlar kadar namusluların, bölücüler kadar birleştiricilerin, inançsızlar kadar inançlıların sesi gür ve bir çıksa idi ne terör kalırdı, ne bölünme korkusu, ne ekonomik sıkıntı ne de geri kalmış bir sosyal yapı.

Osmanlının son zamanlarından başlayıp günümüze kadar kökleri derinlere dalmış, kendini bin bir çeşit maske ile gizlemiş, her taşın altına bir anahtar yerleştirmiş ve  ülkeyi kendi küçük emellerine esir etmiş bir yapı mevcut.

Öyle ki 700 yıllık koca bir imparatorluğu küçük çıkarları adına bin bir parçaya ayırmış, birbirinden zor çilelere atmış ve bir araya gelmeyecek şekilde nifak tohumları ekerek düşmanlıkları beslemiştirler.

Bölge halklarını savaşlar ile, diktatörler ile, yokluklar ile cefalara iterken, dünyalara bedel trilyonluk zenginliklerini kendi ağalarına peşkeş çekmişlerdir. Birbirlerine düşman edilen tüm gruplar bu eziyetleri, bu zulümleri bu kırılışları yaşarken; içlerinde seçilmiş hainler zevk-ü sefa içinde paylarına düşen kırıntılar ile sayılı zenginliklere kavuşmuşlar.

Öyle bir düzen kurmuşlar ki, yaşanılan tüm kötülüklerin, kinin, nefretin, ihanetin sebebi kendileri olduğu halde, kendilerini birer sahte kahramana dönüştürüp, bu kötülükleri engellemeye çalışanları düşman belletmişler, hainlikleri ile birbirlerine düşürdükleri milletlere.

Farklı farklı cephelerde, inanışlarda oldukları halde dara düşünce tek çatı altında birleşivermişler, bu kirli düzenleri yıkılıp, bu sömürü saltanatlığı kaymayı versin diye ellerinden.

Şimdi ki tek hedefleri var o da ERDOĞAN. Sağı solu, inananı inanmayanı, vatanseveri, vatan haini, yerlisi yabancısı, aydını cahili, sanatçısı iş adamı bir olup yıkmaya karar vermişler bu adamı.

18 Eylül 2015

İşte Demokrasi Bu!

Geçen bir kaç gün önce ABD'nin Teksas eyaleti Irving kentindeki MacArthur Lisesi'nde öğrenim gören 1'inci sınıf öğrencisi Ahmed Muhammed (14) okula götürdüğü kendi yapımı olan dijital saat okul yetkilileri ve polis tarafından bomba sanılınca tutuklandı. Muhammed arkadaşlarının gözü önünde kelepçelenerek tutuklandı.

Bir terörist muamelesi yapılan çocuğun, elleri arkadan kelepçelenerek göz altına alınması bir anda tüm dünyada en öne çıkan haberlerden oldu. Hele bir de bu çocuğun bir terörist değil, kendi çapında bir mucit olduğunun anlaşılması olaya ayrı bir hava kattı.

Nasıl bir korkudur, nasıl bir ön yargıdır ki sürekli ders verdiği bir öğrencisini terörist olarak damgalayan ve anında panikle polise bu şekilde ihbar eden öğretmenler ve idareciler. Varın siz diğer öğrencilerin ve velilerin tavrını düşünün.

Böyle absürt, akıl dışı, insanlık dışı bir olayı bile evirip çevirip saraya yönelten aklı evvel, vicdanı yok hükmünde ne idiğü belli olmayan kalemler, klavyeler bizde hemen devreye giriyor. Nasıl mı?

14 yaşında bir öğrenciyi okulda derste öğretmeninin terörist olarak damgalayıp, polisin arkadaşları önünde arkadan kelepçelemesini pas geçen bu kıt kanaatler, olay sonrası durumu kurtarmaya çalışan Obama'nın Muhammed Ahmed'i Beyaz Saray'a çağırmasını "DEMOKRASİ" olarak veriyorlar. Ve ekliyorlar bizde Saray'a küfür, hakaret, tehdit, iftira atanları neden Cumhurun değil de adliyenin saraylarına davet edildiklerini.

ABD öyle demokrat ülke ki teninin renginden dolayı doğrudan suçlu kabul edilen binlerce vatandaşı her yıl sorgusuz sualsiz polis kurşunları ile can verirken, bizde elinde roket, monotolf, tüfek ile polise ateş eden, sokakları yakıp yıkanlara kötü muameleden bahseden vekiller çıkıyor. Ne demokrasi ama.

Adamlar mükemmel demokrasileri ile suçlu olma ihtimali ile önü gelen Siyah renkli, Müslüman her kim varsa hesapsız kitapsız vururken, derdest ederken; Bizim olmayan demokrasimiz kurşun sıkana, roket fırlatana kol kanat geriyor, güzellemeler yapıyor.

16 Eylül 2015

Cahilin en tehlikelisi "okumuş" olanlarıdır

Evet en tehlikeli cahil okumuş olanlardan çıkar. Çünkü onlar belli bir eğitim sonrası oluşan çevrelerinde ve sosyal kimliklerinde bu okumuşluğun getirdiği bir inandırıcılık, söz sahibi olma ve bazı şeyleri etkileme gücüne sahiptirler. Bu cahillikleri ile etkileme alanları ve şiddetleri okumamış cahillere göre daha fazladır.

Okumuşluğun getirmiş olduğu bu pozitif ayrımcılık ile ağızlarından, kalemlerinden çıkan şeyler daha geç takılır akıl ve mantık süzgeçlerine. İdraklerimizde belli bir mesafe sorgusuz sualsiz yol alabilirler. Ama bir okumamış cahilin bu avantajın negatif yönde olur. O ekstra engelleri aşmak ve kendini ispatlamada çok fazla gayrete ihtiyacı vardır.

Bu okumuş cahillerin diğer bir olumsuz yanı, kendilerini ustaca kandırabilmeleri ve yalan/yanlış ne varsa önce kendilerini ikna edip, bu güç ile çevrelerine zehirlerini saçmalarıdır. Bunlardaki tarif edilemez ön yargı ve hatasız olduklarına olan inancın kırılması, ancak büyük hayal kırıklıkları ya da mucizeler sağlayabilir. Aksi takdirle ölene kadar kendi doğrularının tek doğru olduğu inancı ile yaşarlar. Onlar için aksi fikirler, dikkate alınmayacak kadar basit, üstünde durulmayacak kadar işe yaramazdır. Bu düşünceler işlevsellik kazandıklarında her ne şarta olursa olsun yok edilmeli ve silinmelidirler..

Gareth Bale, Kaya İlhan ve Türkiye'nin Modernleşme Serüveni


Kaya İlhan ismini ilk kez duydum. Hemen hemen bütün haber kaynaklarında yer aldığı şekli ile "Ülkemizin ilk Balerini" olduğunu öğrendim.

Yeni kurulan devletimizin batılaşma/batılı bir devlet kurma hedefine uygun olarak pek çok sanatsal alanda olduğu gibi balede de ilkler çoğunlukta idi. 90 yıldır batılaşma içn yoğun bir gayret sarf ediyoruz. Dışarıdan bakılınca batıya ait pek çok kurum, yapı, faaliyet ülkemizde bulunuyor. Rahatça çalışma ve uygulama imkanı buluyor. Yani batılı olduk!

Ancak batılaşma bu mudur? Yapmak, gerçekleştirmek, bulundurmak mıdır ? Yoksa sosyal, kültürel olarak toplumsal dokumuzun/hafızamızın batılaşması mıdır?

Bizler faaliyetlerimizle, binalarımızla, kurallarımızla, kurumlarımızla batılılaşmayı başardık sayalım, ama! Toplumsal olarak bizler mantalitemizle, davranışlarımızla batılaşmış olduk mu acaba?

İlkler her zaman ayrı bir yere sahiptir. Gerek yarattığı heyecan, gerek uyandırdığı merak, gerek doğurduğu etki bakımında hafızalarda ayrı bir yerde durur. Hiç bir şey olmasa bile yarışmalara meraklı toplumlarda sorulan soruların pek çoğu ilkler hakkında olur.

Bale batı kültürünün en belirgin, en önde gelen kültürel faaliyetlerinden biridir. Ülkemiz açısından batılaşma göstergelerinden biridir. Bu alandaki başarılar, ilkler doğal olarak büyük etkiler ve izler meydana getirmelidir. Bu bizim bakış açımız.

Batıya ait bir sanat alanında özelliklede bir bayan olarak ilk olmak çok göze batan, öne çıkan bir şey olmalıdır. Ve bizlerin bu ilki başaran kişiyi ez azından isim ve kısa bir hikayesini bilecek verilere sahip olmamız gerekir.

Evet Kaya İlhan 90 yıllık batılaşma hedefimizin vardığı yeri, kat ettiği yolu göstermek adına çok önemli bir isimdir. Gündemimizde ilk kez yer alan tarihimizin ilk "Balerini" hakkından ilk bilgiler karşımıza 2013 yılında çıkıyor. Ve tahmin edin ki hangi haber konusu ile!

"Cumhriyet tarihimizin ilk balerini" olarak başlayan bütün haber başlıkları maalesef "Vefat etti" şeklinde devam ediyordu. İlk defa ismini duyduğumuz, ülkemizde bir ilk olan Kaya İlhan'ı tanımama kusurunu ilk olarak kendimizde bulduk.

Ayyy... Bir kadından da etkilenme!

Ertuğrul Özkök gazeteci ve yönetici olarak tanınan, otorite ve bu işlerden dolayı bu çevrelerde önemli derecede korunaklı bir yer edinmiş bir kişi.

Mümkün olduğundan fazla bir şekilde medya çevrelerinde özellikle de kendi mahallinde kimsecikler ona dokunmaz, eleştirmez. Belli bir noktaya kadar şaka yollu Serdar Turgut bulaşabilir kendisine.

Son zamanlarda, hele de genel yayın yönetmenliği sonrasında kadınlara (özellikle de orta yaş) bir meyil, bir ilgi ama ne ilgi, insanların gözünün içine soka soka davranışlar medyamızda hiç bir eleştiri hiç bir antipati toplamadan yer alıyordu.

Hele pazar günleri, yılbaşları özgürlük, rahatlık, çağdaşlık, yenilik altında kılıklara girme, röportajlar yapma, köşesinde övgüler düzme almış başını gidiyordu.

Önceleri bunlara tiraj kaygısı nedeni ile kendisini de işin içine kattığını düşünüyorduk. Sonrasında her halde yaş bunalımına girdi dedik, üstelik görev ve sorumluluğu azalınca boş vakit sıkıntısı dedik ve işin içinden çıktık.

Ancak geçen günlerde Ayşe Nur (Yengi) ile katıldığı bir program sonrası Yengi'ye iltifatlar, iltifatlar hoş bir resim ile köşesini kaplamıştı. Orada artık şu soruyu çok gür bir şekilde sorduk: Ne sabırlı, ne anlayışlı bir eşi var! Ama biliyorduk ki normal hayat düzeni için de bu anlayışta, bu rahatlıkta bir eş bulmak Marsta su bulmaktan daha zor bir şey. Ama nasıl oluyordu da bu kadar rahat ve serbest davranabiliyordu Özkök? Ya tüm bunlardan haberi olmuyor ki imkânsız bir şey ya da ayrılmışlar ve bizlerin bundan haberi yok.

Bu konularda kafa yormamamız olanak dışı, çünkü tüm bunlar kamuya açık bir şekilde kendi gazete ve köşesinde biz okuyuculara yönelik gerçekleşiyor ve sunuluyordu. Yani bir özel hayata müdahil olma durumuz da yok. Bilakis özel hayatın içine müdahil edilme var.

Neyse kafa karışıklığımız, tepki veremezliğimiz, Tansu hanımın sert müdahalesi ile son buldu. Tansu hanım gerçekten var ve tüm bu olanlardan haberdarmış. O da bizim gibi içine atıyormuş. Ya sabır diyormuş. Yoksa Mars’ta bile su bulundu, ama böyle anlayışlı, relaks bir hanım olmaz, bulunmaz.

Rihanna! Bu endüstrinin seni öldürmesine asla izin verme!

Amy Winehouse hayatımıza girdiği hız ile çıkması aynı oldu. Bu hız onu ölüme götürdü. Müzik endüstrisi onun canına kast etti. Bir insan, bir can olarak değil, onu nakte çevrilecek bir meta olarak gördü. Vahşi düzende parçalandı, dağıldı, toparlanmak, ayakta kalmak bu hıza uyabilmek için çareyi uyuşturucuda buldu. Aslında bu bi çare değil, bu bi zehirdi, yok oluş için.

Geçen haftalarda bu endüstri hakkında çarpıcı bir açıklamayı Sinead O’Connor yaptı. Amy gibi büyüleyici bir yeteneği bile olmayan 20 yaşındaki Mliley Cyrus’un kaba ve kuralsız bir şekilde cinsel obje olarak sunulmasına tepki olarak ve onun korunmasına yönelik yazdığı açık sözlü mektubunda “Bu endüstrinin seni fahişe yapmasına izin verme” diyor. Evet demek ki bu endüstrinin günümüzde böyle bir işlevi de varmış!

Sinead O'Connor "Sen yeterince yeteneklisin. Müzik endüstrisinin senden bir hayat kadını yaratmasına izin vermeye mecbur değilsin. Bu insanlar senin soyunarak ya da bir çekici yalayarak daha cool görüneceğine inandırıyor olabilirler. Müzik endüstrisinin seni bir fahişeye çevirmesine izin verme. Seni bu tür yollara yönlendirenler 'bedenini satarak kazandıkları paralarla satın aldıkları yatlarında güneşlenirken sen birden kendini yapayalnız bulabilirsin"

Aranızda Piyano Sevmeyen Var mı?

Evet! Dünyanın bin bir türlü hali var. Bunu kısa sürede görmek biraz şaşırtıcı olabiliyor.

Öncelikle bloga bakalım. Hemen hemen her gün hükümete, başbakana demokrasi, diktatörlük, doğal doğa sevgisi, yolsuzluk, her boyutta başarısızlık konusunda dört bir koldan saldıran ve bu konuda dost/düşman bilmeden, ülkenin çıkarını/imajını düşünmeden yardım ve referans alarak saldıranlar gündem dışı kalmış anlaşılan. Manşetlere ve gündem yazılarına bakınca;

* Sigaranın zararları,
* Aşırı kilolar,
* Vizyona giren filmler,
* Dizilerdeki erkek karakterleri,
* Marsta hayat var mı?
* Bin parça yap-bozdan tablo yapan görgüsüzlerin çoğalması,
* Şifalı bitkiler hayat kurtarıyor,
* Solda birlik mümkün mü? (biraz eski ama idare edin),
* Güney Amerika bir ay aç susuz yaşayabilen siyasi lider,
* Paralel yapıları kesen dik açıların kırılma noktaları ve inşaat sektörünün çıkmazları,
* Ve en garanti konu eşcinsellik.

CNN artık canlı yayın işinden çıkmış. Banttan hala Viyana'daki yılbaşı konserlerini, Obama'nın eşini çıldırtan küçük flörtlerini ve NBA' ki yeni formaların iticiliği hakkında programlar sunuyor. Alman kanalları Almanya'nın dünya kupası hazırlıkları ile güvenli kayak üzerine eğitsel yayınlar yapıyor. Araya da Schumaher'in geçmiş yarışlarını serpiştiriyor.

Piyanistler soğuk havalarda tuşların donduğunu ve Sadece Ukrayna'da buna uygun teçhizata sahip olduklarını beyan etmişler. Onunda ikinci dünya harbinden kalan Nazi Almanya'sına ait bir alet olduğunu bildirmişler.  "Abicim, bu havada eşekler bile donuyor, gözünüzü seveyim, ne piyanosu, ne konseri" diye isyan etmişler. Almanlar şimdi yana yakıla piyanist arıyorlar. Hemen dehşete düşmeyin, öyle düşündüğünüz gibi bir şey değil. 1.Geleneksel Hamburger Gençlik sokak şenlikleri için canım.

Malum nedenlerle şenlikleri müziksiz kalmış, ondan bu acele. Yoksa Koç gibi adamları yokmu yani! Soğuk filan dinlemez, çıkar bir kaç düzine piyanist. Maksat şenlik olsun.... Ondan bu yaygara.

İhtimallerini Sevdiğimin Dünyası

Biz Sevgi dolu bir milletiz.

Biz Sevgiyi damarlarımızda hissederiz.
Biz Sevilebilme ihtimalini severiz.
Biz Seni sevmeyen ölsün der, ölmezse biz hallederiz.
Biz Birbirimizden başka neleri severiz?

Biz Kutu severiz.
Biz Kutumuzdan beşyüzbin çıkabilme ihtimalini severiz.
Biz Kutu gibi bir ev sahibi olma ihtimalini severiz.

Biz Canı severiz.
Biz Cana geleceğine mala gelebilme ihtimalini severiz.
Biz Canın boğazdan gelebilme ihtimalini severiz.

Biz Memleketi severiz.
Biz Memleketin müreffeh olabilme ihtimalini severiz.
Biz Memleketin barış içinde olabilme ihtimalini severiz.

Biz Hukuku severiz.
Biz Hukukun bizleri kandırabilme ihtimalini severiz.
Biz Hukukun adalet dağıtabilme ihtimalini severiz.

Biz Askeri severiz.
Biz Askerin siyasete bulaşamama ihtimalini severiz.
Biz Askerin demokrasiye saygılı olma ihtimalini severiz.

Biz Siyasetçiyi severiz.
Biz Siyasetçinin temiz kalabilme ihtimalini severiz.
Biz Siyasetçinin sözünde durabilme ihtimalini severiz.

Biz Basını severiz.
Biz Basınının tarafsız haber verebilmesi ihtimalini severiz.
Biz Basının doğru haber verebilme ihtimalini severiz.

Biz İş adamını severiz.
Biz İş adamının yerli ürün yapma ihtimalini severiz.
Biz İş adamının rüşvet vermeme ihtimalini severiz.

Kaldırmıyorum, aydınlatıyorum bebişim!

Dünyada bir hoş görü ve saygı kıtlığından söz edilir. Ama bunun nedenleri ve yaygınlaşması irdelenmez . Üstün körü olay bazında kurumlar ya da kişiler yargılanır, eleştirilir.

Günümüzde temel olarak eksik olan şey, bize göre "İlkelerdir". Günümüz her alanda, her konuda yaygın bir ilkesizlikle doludur. İşin garip yanı bu ilkesizlik kimselerin gözüne batmamakta, rahatsızlık doğurmamaktadır.

Eskiden kişilerin, kurumların temel ilkeleri ve bunlara göre şekillenen bakış açıları olurdu. Şimdi ise bakış açıları olaylara/duruma/kişilere/kurumlara göre değişmektedir. Dünün yanlışları, bugünün doğruları, dünün doğruları bugünün yanlışları olabilmekte.

Örneğin ülkemizden başlarsak, devlet olarak kuruluş ilkelerimiz Cumhuriyet ile yeniden tanımlanarak, o günkü devleti yönetenlerce Atatürk'ün önderliğinde belirlendi. Hatta bunların en önemlileri CHP'nın kuruluş felsefesinin temellini oluşturdu. Milliyetçilik, Devletçilik,Halkçılık v.d...

Bu ilkelerden belki de en önemlisi Atatürk'ün ağzından bir mihenk taşı gibi Cumhuriyetin temeline çakıldı. "Mevzubahis vatansa gerisi tefeeruattır" diye.....
Bu ve benzeri ilkeler kurumların, meslek gruplarının, iş hayatını, sanatın ve diğer her türlü  insan topluluklarının kuruluşunda benimsenen temel direklerdi. Dik duran ve durması gereken.

Bu güne bakın tek bir ilkeli direk yok. Ne politikada, ne sporda, ne hukukta, uluslararası dünyada, ne yazım dünyasında v.b. Fikirler ve bakış açıları 360 derece her yöne kaymakta, artık ağızdan çıkanın, kağıda dökülenin bir anlamı kalmamakta. Tek amaç karşıya aldıklarına her türlü hasarı verip, alaşağı yıkmakta.

Dik durmak, ilkeli olmak artık en önemli handikap, Eleştirilerin ana konusunu oluşturmakta. Bu ilkesizlik ortamının en tabii sonucu hiç bir sözün,görüşün, doğrunun bir anlamı/bağlayıcılığı olmadığından hesap verme ya da yaptıklarında/söylemlerinden sorumlu tutulmada yok.

Allah ne verdiyse, vicdanını ve miden ne kadar genişse salla sallayabildiğin kadar. Onur, namus, hak, hukuk, vatan, millet, dostluk hikaye. Değersiz birer eski methiye.
Bu ilkesizliği ve kuralsızlığı benimseyenlerin en iyi yaptıkları şey, duyma ve görme hislerini yok etmeleri. Sadece işine geleni görüp duymaktalar. Gerisi hiç bir şekilde ulaşamamakta onların Teflon bilişlerine.

Bu aralar manşetler, manşetlerin manipulasyona açık, proaktif tarzları zekasında sıkıntı olmayan sıradanların bile dikkatini çekecek puntolarda. Her biri reklam sloganı, her biri sanki trübün şarkısı. İçerik ve ayrıntı olarak genellikle boş. Öyleki bu manşetleri görünce yerine göre  pireyi deve, deveyi ise pire olarak görmek mümkün hale getirilmekte.

Her Yer Hamburg! Her Yer Cehennem!

Günler oldu, Hamburg'da bir avuç savunmasız genç ile onun destekçisi barışı savunanlar Alman polisin karantinası altında. Hiç kimse olanlar hakkında bilgi alamıyor.

Tam teçhizatlı polis birliklerinden 150'den fazla yaralı olduğu düşünülürse, silahsız bu gençler nasıl köşeye sıkıştı, nasıl çaresiz bırakıldı ki bu şekilde bir sonuç ortaya çıktı. Kaçış yolları da kapalı olduğu için can derdine düştüler. Tüm dünya olanlara ilgisiz, kör ve sağır ve dilsiz.

CNN, BBC, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler bu olaylar hiç yokmuş gibi rutin saçmalıklarına devam ediyor. Ülkemizin Basını zaten Hamburg diye bir yer olduğunu bile bilmiyor. Orada Türkler de yaşamıyor zaten. Yeşiller partisi milletvekilleri karalara bürünmüş yas tutuyorlar Afrika'daki göçmen kuşların bozulan rotası için. Hamburg yeşildir ve yeşile saygılıdır değil mi?

Amanpour'dan, Claudia Roth'a, Yeşiller eş başkanı Cem Özdemir'e hepsi insan hakları, demokrasi peşinde koşturmaya devam ediyorlar. Öyle ki Hamburg denilince, "biz gezmiyoruz iş güç sahibiyiz, Mısır'a, Libya'ya, Irak'a demokrasi götürüyoruz" diye yanıtlıyorlar.

Onlar da haklı aslında. Almanya zaten yeterince gelişmiş, kalkınmış güçlü bir ülke. Ne yapacak fazladan insan hakkını, hukukunu. Bu insanlara ne kadar verirsen ver, daha fazlasını isterler.

Hamburg demokrasinin cehennemini yaşıyor. Kimse bu ateş ile yanmıyor. Hamburg'da savunmasız, silahsız insanlar çığlık atıyor ama hiç bir vicdan görmüyor.
Ne Drogba Çare onlara, ne Piyanist basıyor tek bir notaya. Anlı şanlı demokratik radikal blog yazarları tek satır yazmıyor, oradaki kapana kısılmış kendi politik yandaşlarına.

TIR'larda ne var!

Günlük siyasi kavgalar ve gözleri köreltmiş Hükümet düşmanlığı Ülkenin devlet politikalarını deşifre etmeye, dış dünyada zora sokmaya varacak boyutlara ulaştı.

İlgili ve bilgili olmayanların Ülkelerine İhanet sayılabilecek şekilde hiç bir kural dinlemeden yapmış olduğu eylemler hükümetten çok Devlet sistemimize darbe indirmektedir.

Yeni başlayan TIR merakı bazı kişileri tırlattı. O kadar ki hepsi otobanlara koşup, oradan geçen her türlü TIR'ın önüne atlayacak kadar.

Kendilerini esir alan hükümet nefreti nedeni ile hiç bir insanı ve ahlaki vasıfları gözetmeyen bu kişiler, alenen olan şeyleri bile deforme ederek hükümete eleştiri konu yapmaktalar.

Dün akşam tüm dünyaya servis edilen Suriye'de 11.000 kişinin işkence ile öldürüldükten sonra kayıt işlemleri sırasında çekilen 55.000 adet resimler görülmeyecek gibi değil. Ama yine de görmemeyi başarabiliyorlar. Bir TIR'ın peşine binlerce km satır döşeyen bu insan evlatları, işine gelmeyen konularda bir anda lal oluyorlar.

Bu konuyu da bir şekilde hükümete eleştiri konusu yapmayı başaracak argümanları kurguladıklarında tekrar çözülecek dillerindeki/ellerinde ki tutukluk.

TIR'lara bizde uzun uzun baktık ve peşindeki hainleri gördük. Devletine hançer saplamaya çalışanları gördük. İçini açınca kasalarında 11.000 solmuş  "Lavinya" gördük. Tıpkı Bosna'da yıllar sonra yeniden yeşeren ve hesap soran.

(ilk yayın tarihi:11.01.2014 10:33:17)

Dehşet Anı

Herkes bir inanca, bir bakış açısına, bir duruşa sahiptir. Kalem oynatanlar, söz söyleyenler, tepki verenler bunlara göre kendilerini ifade etmeye ve bir şeyleri etkilemeye çalışırlar.

Ülkemizde öyle bir kesim var ki hipnoz edilmişçesine, bağnazcasına bir görüşe, bir inanışa körü körüne bağlanmakta, onun dışında her türlü şey anlamsız kalmaktadır. Ne ahlak, ne prensip, ne çıplak gerçekler bir anlam ifade etmemektedir.

Bu konuda en bariz örnek Başbakan'a karşı olan nefret dolu olanlar. Başbakan'a yönelik en ufak bir zarar verecek her ne varsa ona can pahasına sarılıp, göklere çıkaranlar; Başbakan'a zerre kadar yarar sağlayacağını düşündükleri her ne varsa tüm hınçları ile saldırıp linç ederek yerin dibine sokmaya çalışmaktalar.

Hepsinin gözü kör, kulakları sağır. Sanıyorlar ki gözlerini sıkıca kapattıklarında, kulaklarını tıkadıklarında sadece istemedikleri şeylerden kaçacaklar.  Hâlbuki hakikat bizlerin gözlerinizin/kulaklarımızın kapalı olmasına göre değişmez. Hakikat hakikattir ve bin yol geçse de, milyonlar inkâr etse de hep öyle kalır.

İşin komiği bunlar herkesi kendi gördükleri, kendi duydukları gibi dış dünyayı algıladığını sanmalarıdır. Hâlbuki uzaktan bunlara bakanlar, kocaman bir saçmalıklar yumağı görüp, kara komedi izlemektedirler, şaşkınlıkla.

Bunlarla aynı tuşa basmayanlara, aynı adama çatmayanlara, aynı yolda yürümeyenlere karşı her türlü saldırı mubahtır, yıllarca aynı muhiti paylaşanlar bile.

Hiç unutur muyuz o küçük kızı!

Bugün bir kez daha insanlığın ölmediğine kanaat getirdim. Yanlış anlaşılmasın bizler o her zaman bahsedilen meçhul kanaat önderlerinden biri değiliz. Kendi kendimize bir fikir konusunda birliğe vardık.

Bu kanaate Radikal'in manşet haberlerinden "Bu Küçük Kızı hatırladınız mı?" linkini tıklayınca vardık. Haberi manşette gördüğümüzde küçük kızın amansız bir hastalığa kapıldığını ve tedavisinin ya imkânsız olduğunu ya da maddi imkânsızlıktan yapılamadığını ve şimdi tüm bu engellerin ortadan kaldırılarak, kızın bu illetten kurtulduğunu düşündük.


"Onu hatırladınız mı? Dünyanın en tatlı kızlarında biri. Geçtiğimiz ay tavşanını kaybetmişti. Daisy Young henüz iki yaşında, en sevdiği tavşanını alışveriş esnasında kaybetmiş, daha sonra sosyal medya aracılığıyla tüm İngiltere ayağa kalkmıştı.

Tabi en önemlisi küçük Daisy'nin muradına erip Ruby'sine kavuşmasıydı. O anlar gerçekten görülmeye değerdi. Hikâyeyi bilenler için o kavuşma anları meseleyle yeni tanışanlar içinse tamamı... İşte mutlu sonla biten İngiltere'nin en büyük tavşan operasyonu.
Üç yaşındaki Ruby Stewart haftasonu ailesiyle birlikte çıktığı Londra gezisinde 'en yakın arkadaşı' olan oyuncak tavşanını kaybedince üzüntüden yataklara düştü. Oyuncak tavşanı olmadan uyuyamayan küçük kız sürekli ağlamaya başlayınca annesi kızının oyuncak tavşanı için sosyal medyadan kayıp ilanı vermeye karar verdi...."

Bu haberden geriye bize ne kaldı derseniz;

* Dünyanın en tatlı kızlarından biri İngiltere'de yaşıyormuş.
* İngiltere'de haberlerde oyuncak tavşanların bile isimleri ile yer alıyormuş
* İngilizlerin de ayağa kalkabiliyormuş.
* Radikal'in dünyada yaşanan üzüntülere duyarsız kalmıyormuş
* bla..bla...bla....

Ve bu haber ile ilgili kendimizden utandım. Yanı başımızdaki çocuklara duyarsız kalışımıza. Afganistan'dan, Irak'a, Bosna'ya, Filistin'e ve son durak Suriye'ye.

Anasını, babasını, kardeşini, çocuklarını, evini, ülkesini kaybedenlerin sessiz dünyasına. Taş kesilmiş yüreklere yandım. Ayağa kalkmayı bırakın, yan gözle bakmayanlara, kulak bile kabartmayanlara.

Ve bir kaç habere göz atabildim sadece, bu sessiz katliamlar dünyasından;


"Esad güçlerince yapılan ve yüzlercesi çocuk 1400 kişinin hayatını kaybettiği kimyasal bombardımanın ardından Suriyeli bir baba, 3-4 yaşlarındaki çocuğunun yerini kaybetti. Her yerde çocuğunun cesedini arayan acılı baba, çevredekilerin arama sonucu bulduğu çocuğunu karşısına görünce sevinç patlaması yaşadı. Sevinçten dili tutulan baba çocuğuna kavuşur kavuşmaz öpüp kokladı ve defalarca şükür ifadelerinde bulundu. Sevinçli babanın çocuğunu ilk gördüğü andaki yüz ifadesi ise görmeye değer."

Korkak! Cahil! Hain!

Günlerce uğraştılar ve ülkelerinde devleti çökerttiler. Hepsi vatansever hepsi cesurdu. Ta ki Rusya kılını kıpırdatana kadar.

Ruslar dalga geçer gibi elini kolunu sallaya sallaya ülkelerini ele geçirdi. Nerede bu kahraman Ukranya'lılar nerede vatansever meydanları dolduranlar. Hani onlara destek çıkanlar nerede.

Bir tane kahraman boksörleri vardı ya, ne oldu ona! Niye koşup ta iki yumruk sallamıyor, ülkesini işgal eden Ruslara.

Yoksa bunların hepsi bir oyun muydu. Devleti yıkıp, parçalara ayırıp dağıtmak.

Vatanseverlik bu olmalı! Cesaret bu olmalı! Ne oldu hükümeti, devleti yıkanlara. Niye meydanları, cepheleri, sınırları doldurmuyorlar. Oysa bunlar hain, korkak ve cahiller gibi kaçacak, sinecek tiplere benzemiyorlardı!

Nasılda kahramanca kendi ülkelerini yakıp, kendi polislerine nanik yapıyorlardı. Öyle ki Devlet başkanlarının helâsına girecek, kendi polislerini esir alacak kadar cesurdular. Ne oldu! Putin daha tek kurşun sıkmadı!

Hadi kahramanlar cepheye! Hadi vatanseverler cepheye! Ülkeniz işgal altında!

Burakcan için üzülen yok mu? O da genç yaşta öldü

Burakcan için üzülen yok mu?

O DA ÖLDÜ!

Genç Yaşta!

Hepinizin desteklediği göstericilerden biri kendi sokağında Burak Kahramanoğlu'nu SİLAHLA KAFASINDAN VURDU. Burakcan 21 yaşında öldü.

Ölümler karşı çok hassas olan Radikal Gazetesi, Yazarları ve Bloggerları, Sezen Aksu, Gülben Ergen ve diğer peşine takılan sanatçılar, Modacılar, Tiyatrocular, Yalan Dünya ekibi (hakikaten yalan dünya), Murat Ülker, TUSİAD  ve daha kimler kimler. Mecliste gözyaşı döken hanımlar (Merak etmeyin makyajınız bozulmaz, Siz her halinizle güzelsiniz). Ha bir de Cem Yılmaz...

Dün Burakcan öldü. 21 yaşında.

Yoksa ona üzülmediniz mi? Üzülseniz anlardık, çünkü çok belli ediyorsunuz. O kadar ki bizler ayrıca sizler içinde üzülüyoruz. Ne oldu üzüntü belirten tepkileriniz mi kurudu, bitti. Takatınız mı kalmadı? Değil mi ölümler çoğalmaya başladı.

Yoksa hiç biriniz Burak'ın kimlik bilgilerine bakmadınız değil mi?

* Memleketine
* İnancına
* Oturduğu mahalleye
* Sempati duyduğu partiye
* Size karşı gelişecek mahalle baskısına

Yok canım sizler ferasetli, inançlı hümanist insanlarsınız. Ölen her can sizin için aynı kıymettedir. Üzüntünüz kimlikler ve size geri dönüşleri üzerinden yapmazsınız değil mi? İnsan hayatı her daim kutsaldır değil mi? Onun üzerinde ince hesaplar yapılmaz!
Ama bakıyorum aynı kaynaklara Burakcan için hiçbir tepki yok. Olanlarda kümülatif veya önceki haberlerle harmanlayarak iş olsun diye.

Ne oldu Radikal! Sütunların da yer açamıyorsun Burakcan'a.... Yeterince genç mi değil! Yeterince sansasyonel mi değil! Yoksa hümanist yanın mı tükendi!

Ekmek almaya gittiğimi kim söyledi!

Twiter'dan dışarıda şenlik olduğunu görünce üstüme bir şeyler alıp hızla sokağa çıkıyorum. Uzaktan insan sesleri ve havai fişek sesleri geliyor. Sesler ve renkler o kadar canlı idi ki içimde bir an önce oraya varma ve bu şamataya katılma hevesi beni anlatılmaz bir çoşku ile koşmaya itiyor.

Tık nefes ana caddeye vardığımda inanılmaz bir curcuna var. Sanki derbi maça son anda yetişmiş fanatik bir taraftarın stadın içine girip, tribünleri görmesi gibi bir duyguya kapılıyorum.  Kalabalık gruplar caddede kudurmuş sel suları gibi akıyor. Nasıl ki zaman zaman yaşanan aşırı yağışlarda taşan nehirler gibi kuralsızcasına ve önüne çıkan her ne varsa içine katıp bilinmeyen yerlere savururcasına.

Aynı anda patlama sesleri ile birlikte ortaya çıkan parlak ışık huzmeleri etrafı sarıyor. Bu görüntü, kopan elektrik kablolarının sulara değerek kısa devre sonucu çıkardığı ışıklara benziyor. Ama daha güçlü ve daha renkli.

Bu coşkulu akışa kapılarak koşar adım bende sürüklenmeye başlıyorum. Bir süre sonra kalabalığın seyrekleştiğini ve yan kollara dağıldığını görüyorum. Sanki sular bir sete çarparak küçük kollara ayrılıyor. Ben de bir yol bulup ona sapıyorum.

Birkaç saniye sonra önümüzdeki setin, bizlere eşlik eden ve oyunumuza renk katan polisler olduğunu görüyorum. İş daha da eğlenceli bir hal alıyor. Kocaman arabaları ve kıyafetleri ile çok haşmetli görünüyorlar.

Yavaş yavaş etrafımdakileri daha net algılamaya ve yaptıklarını anlamaya başlıyorum. İşte hemen yanı başımda bir abi, kırmızı bandanası ile bir havai fişek atıyor, hay aksi! Tam da polislerin üstüne geldi. Polisler çok çevik davranarak kendilerini kurtardılar ve hiçbir şey olmamış gibi gülümsediler bize, elleri ile sorun değil anlamında bir de işaret çektiler.

Velev ki %50 oy aldı... Daha ne yapsın?

Yazıklar olsun! Okumuş, aydın, eli kalem tutup, ağzı laf yapan vatan evlatlarına. Kimi, "Sandık her şey değil", kimi " Velev ki %50 oy alsın" diyerek KAYISIZ ŞARTSIZ millete verilmiş olan EGEMENLİK hakkını yok saymakta, anlamsız kılmaya çalışmaktadırlar. Böyle bir girişimi şeriatı, diktatörlüğü getirmek isteyen uç görüşlerin dile getirmesi beklenirken; 

Akla hayale sığmayan bir şekilde Cumhuriyeti, demokrasiyi savunduklarını iddia eden zehirlenmiş dimağlar dillendiriyor. Bir kısmıda Radikal gibi bir gazetede yazar olarak kalem sallayan bağnaz düşünceliler.

PEKİ O ZAMAN SİZE SORARIM;

1- Hey şey  sandık değilse NEDİR?
2- Bu sandık hangi durumlarda Her Şey, hangi durumlarda Hiç bir şeydir?
3- Bu sandığın ne olup olmadığına kim karar veriyor?
4- Velev ki %50 oy aldı, daha başka ne yapılması gerekir?
5- Milletten başka kimden mazbata alsın?
6- Bu %50 oy yetmezse onlarda sizin gibi sokağa mı çıksın?

18 Mart 1915 Çanakkale - 18 Mart 2014 Türkiye

Sevgili Atam ve gıyabında bu topraklarda milyonlarca Şehit yatan;

 Bu gün 18 Mart 2104. Onlarca yıl önce hiç düşünmeden cepheye koşan ve cenk etmeyi değil, ölmeyi emir alan bir nesil olarak bizlere özgür ve bağımsız bir ülke bıraktınız. Sizlere sonsuz şükranlarımızı sunarken, cenabı Allah'tan ruhlarınıza gani gani rahmet dileriz.

Sizlerin de fark ettiği gibi şu an gündemimizde bu özel gün için bile yer yok. O kadar kişi, küçük hesapları adına, gözü dönmüş bir şeklide ülkesine büyük kötülükler etmekle meşguller. Ya bizzat hançeri saplamaktalar ya da bu işi yapanlara destek olmakta, alkış tutmaktalar.

Sevgili Atam, hani demiştin ya "Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır" diye; Şu an tam tersi olmuş memlekette, "Söz konusu çıkarlar ise vatan teferruat" diye.

Ne kadar acı değil mi! Ama bu ne ki! Hangi birisinden başlasam!

"Köylü Milletin Efendisidir" demiştin, artık pek köylü kalmasa da artık buralarda "köylü" hor görülen, cahil kabul edilen, karar verme ehliyetleri sorgulan bir manada kullanılıyor. Sanki şöyle bir anlam kazanmış gibi duruyor, "Köylü efendisinin milletidir" gibi.

Bu daha ne ki! Atam

Hani sen Cumhuriyet rejimi bu millete en yakışanıdır, egemenlik kayıtsız şartsız bu milletindir diyerek onlara "Seçme-Seçilme" hakkı vermiştin ya! Hem de onların en yoksul, en yoksun ve en  az bilgili oldukları bir zaman da. O da artık bir şey ifade etmiyor, anlaşılan. Buralarda şimdi şöyle bir moda var; Sandık her şey değildir; Hiç benim gibi biri ile (kendini yüce gören zatlar) dağda ki çobanın oyu bir olur mu; %50 alsa bile ne değişir! Bu millet koyun gibi, ne anlar seçmekten/seçilmekten ve daha neler neler.....

Senin anlayacağın egemenlik artık kayıtsız şartsız milletin değil. Tam olarak ne olduğunu söylemeseler de egemenlik artık bir kayda ve şarta bağlı. Ayrıca bu millete seçme ve seçilme şansı vermekte pek tutulan bir şey değil. Ne yani bu milleti serbest bırakalım da davulcuya mı kaçsın yoksa zurnacıya mı?

Altına Kaçıran MEDYA oldu

Dün neredeyse bütün haber kaynaklarında "Altına Kaçıran Başkan adayı" haberi interneti esir almıştı. İnatla hiç birine tıklamamak ve en çoklar arasına girmesine katkı sağlamamak için kendimi tuttum. Ama ne çare akşam olunca televizyonlarda da çıkmaz mı karşıma bu "MÜHİM" haber. Abartısız tüm haber kanallarında bu konu da vardı. Hem de ne manşet ile;

"ALTINA KAÇIRAN BAŞKAN ADAYI ALAY KONUSU OLUDU!". Yuh yani hepinize. Bir ALAY basın mensubu bu haberi sektirmeden, ağızları sulanarak, elleri ovuşarak bizlere bu şekilde sunduğunuz için.

Hiç küçükken anne-babanız veya diğer büyükleriniz sizlere "ALAY" kötü bir şeydir, insanlar rencide olur, kalpleri, onurları kırılır demedi. Hiç mi okuduğunuz mekteplerde "ALAY" kötü bir davranış şeklidir, insanların kusurları ile dalga geçmek insanlık dışıdır diye öğretilmedi. Hiç mi gözünüze ilişip, okuyunca yüreğinizi sızlatan, "ALAY" konusu olup, onurları kırılan insanların canlarına kıymak dahil kendilerine zarar verdiklerini hatırlamadınız.

Ama normal bu. Son yıllarda dünya genelinde basın hangi konuda "ALTINA KAÇIRMADI Kİ" bu konuda tutsun kendini!

Başta "DOĞRU ve TARAFSIZ" olmak ilkesi olmak üzere, genel kabul görmüş hangi basın ilkesine saygılı davrandı ki, "İNSAN ONURU" gibi önemsiz bir konu da ticari kaygıları bir kenara bırakıp, bu haberi edepli bir şekilde yayın etsin.

Ne de olsa "NE KADAR TIK, O KADAR NAKİT" sonuçta. Hem bunlarda akşam olunca evlerine ekmek götürüyor sonuçta. (Burada acıyıp, yaptıklarını mazur görüyoruz.)

Twitter Delikanlıları

Sanal dünya, yalan dünya! Kendi olamamışların yapay cenneti. Kananların ve kandıranların en popüler mekânı. Her şeye inanırlar ana bir tek şartla, aynı yalandansa.

O kadar ülkede şey olur kılını kıpırdatmazlar ama elin şirketi içi ortalığı birbirine katarlar. Gerçekleri 140 harften ibaret sayanlar, dünyanın gerçeklerine bi haber kalırlar.

Bunlar o kadar cengâverdirler ki 140 kalemde adamı öteki tarafa gönderiverirler. Kim olduklarını kendileri dahi hiç kimseler bilmez. O kadar cesurdurlar, o kadar cengâverdirler ki kendilerinden bile sakınırlar.

Tek bir konuda yanılırlar hayat 140 harfe sığmayacak kadar büyüktür. Hayat harflerden daha sahicidir. Hayat sokaklardadır, klavyelerde değil.

Bu delikanlılar "Kuş delikanlısıdır" çalıkuşu mu desek, sığırcık mı? Daldan dala uçarlar. En ufak çıtırtı da kaçarlar.

En son bu kahramanları Ukrayna'da gördük.