17 Temmuz 2015

Eksik Olan Taraf Bu: Nefs-i Terbiye

Eksik olan bir şey olmalı? Bizi bu hale getiren bir şeylerin eksikliği olmalı? İmkanlar çok şükür geçmişle kıyaslanamayacak kadar harikulade, ama eksik olan bir şey var!

Bu kadar kendine düşman; Yalana, dolana, iftiraya bel bağlayan; Kin ve nefretten gözü dönen; İhanete, kandırmacaya, düzmeceye meyil eden; Hakikatten kaçan, gözü, gönlü, kulağı, ağzı bağlı olan bir nesil nasıl yetişir?

Para dersen var, teknoloji dersen var, eğitim dersen var! Ama birlik yok! Fayda yok! Anlam yok! Sadakat yok! Anlayış yok! Düşünce yok! Hoşgörü yok! Saygı yok!

Nefsimiz bizi esir almış ve çeşitli gerekçeler ile bizi bize yabancı kılmış; Kendi kendini kandıran kör, gaddar, düşüncesiz bir nesile sahibiz.

Bu konuda bir yazı yazarken tesadüfen ulaştığımız bir kavram Nefsin Mertebelerine. Ve o zaman fark ettik ki bizde eksik olan bu! Nefsin terbiye edilmesi. Bu o kadar zor bir konu ki güçlü bir irade, doğru bir klavuz gereklidir insana.

Bizim eğitim sisteminde eksik kalan ve toplumu olumsuz etkileyen şey sahip olamadığımız veya eksik kalan değerlerimizdir. Toplumumuzda ayrı bir biçimi olmadığından bu eksiklik Nefsin Merkibeleri ile sağlanan zor ve çetin bir süreçtir.

Nefis terbiyesi ucu açık bir süreçtir. Sonunda ermişlik seviyesine varmakta ihtimal, sapkınlığa kaymakta ihtimal, aklımızı yitirmekte ihtimal. Zorlu, çileli bir süreç bu Kemale ermek için.

Çok geniş bir konu olan Nefsin Merkibeleri 7 kısımdan oluşmaktadır. Bu konuda kaynağımız Mevlana Hazretlerinin Merkibe konusundaki yaılı kaynaklarıdır

Bu konu engin bir yolculuktur. Burada kısa bir anı gösterilmektedir.  Amacımız bu konuyu gündeme getirip, merak uyandırmak ve ilgileneceklere yeni ufuklar açmaktır.

NEFSİN MERTEBELERİ*

Nefis, kişi, zat, öz ve can gibi manalara gelir. Nefis,insandaki kötülüğe meylin adıdır.: Manevi yolun en büyük tehlikesi, belası ve afetidir. Özellikle halveti tarikatına mensup olanlar, nefsin  7 mertebesini ayetlerden çıkarmış, her mertebeye isabet eden ve nefsin terbiye edilmesini sağlayan, nefsi belalardan kurtaran “esma”yı da manevi zevklerine  göre tespit etmişlerdir.

1.   NEFS-İ EMMARE: Kötülüğü fazlasıyla emreden nefis. Avamın nefsi, halkın aşağı tabakasının, aşktan mahrum, tevhidden habersiz, benliğe mahkum olmuş, dünya sefasına dalmış, ma’nevi feyzlerden mahrum kalmış, içgüdüsünün çemberini kıramamış, ’onlar hayvan gibidirler, dahada şaşkındırlar’ (Araf suresi 179) ayetinin tarif ettiği nefis. Dünya ziynetlerine kanmış, altına, gümüşe tapmış, kadını şehvetinin mimarı yapmış, ilkelliğin heykeli nefis.

15 Temmuz 2015

Ne! Rezidans mı! Rezidans ne arar la burada!

Hayatımızda hiç rezidans görmedik. Bırakın içini, yakınından bile geçmedik. Biz kim REZİDANS kim.

Ama böyle deyip insan uzak duramıyor bazı şeylerden, bazı çelişkilerden. Bir haftadır bir REZİDANS furyası almış başını gidiyor. Ama ne hikmetse Radikal ve blogta bu konuda tek satır yok! Anlaşılmaz bir durum. Farklı medya kaynaklarında ise konu dallanıp budaklanmış. İçine dalınca neler var neler. Bizi şaşırtan ise Memleketi ne kadar da az tanıdığımız olmuş. İşte küçük bir özet yaşadığımız şaşkınlık hakkında bilgi veren:

Allah herkese böyle evlat nasip etsin

"Kızıma haram yememesini öğrettim, kul hakkı yememesini öğrettim, onlar bunu gayet iyi biliyorlar. Hepsi onurlular, pırıl pırıl insanlar. Onlarla gurur duyuyorum, onur duyuyorum. Onlar alın teriyle kazandılar, kul hakkı yemediler, hırsızlık yapmadılar. Onlarla gurur duyuyorum, onları seviyorum, onlarla her zaman övünç duyuyorum."

Ne diyelim bu memlekette haram yememesi öğretilir, kul hakkı yememesini öğretilir, onurlu, pırıl pırıl insanlar yetiştirilir ise, gurur duyarak, onur duyarak, alın teriyle kazanır, kul hakkı yemeden, hırsızlık yapmadan Herkesin evladı REZİDANSLAR alabilir. İşte o zaman Onlarla gurur duyar, onları sever, onlarla her zaman övünç duyarız. Bu konuda bizlere örnek olan böyüklerimize de hörmet ve şükranlarımızı sunarız.

Memleket Nasıl bi Kalkınmış Nasıl bi Kalkınmış

Günlük koşuşturmaca içinde hayata büyük gözlükler ile bakamıyoruz. Mikro sorunlar ile gerçekleri göremiyoruz. En mesela memleketimizin nasıl bir ekonomik devrim yaptığını, nasıl bir kalkınma hamlesi ile müreffeh ülkeler seviyesine geldiğini anlayamıyoruz. Gözümüzde büyüttüğümüz bazı şeylerin nasıl sıradanlaştığını algılayamıyoruz. Bunu en son REZİDANS furyasında anladık. Bizler eski Türkiye alışkanlığı ile REZİDANS olayını lüks, ulaşılmaz, aşırı pahalı bir konut olarak bilirken çıkan haberler, yapılan açıklamalar ile nasılda ülkemiz gerçeklerinden kopuk olduğumuzu ağzımız 5 karıştan fazla açık kalarak izliyoruz. Meğersem ülkemde,

“657’ye tabi olup, üç beş ek iş ile onlarca REZİDANS alınabiliyormuş. Birazda ailemiz destek çıkarsa bu daha da kolay gerçekleşebiliyormuş”

Vay anasını sayın seyirciler, ne kadarda kopuk yaşıyormuşuz memleketten. Bize kalsa hiç yemeden 100’lerce sene çalışarak elde edilebilecek bir servet halbuki en başta helal kriterine uygun olmak üzere ,biraz alın teri biraz ek iş, biraz aile desteği ve birazda Allah’ın Yürü ya kulum demesi (Kısmet) ile kolayca halloluyormuş.

13 Temmuz 2015

Bu işte bir OXİ lik yok mu?

Seçildi seçilecek derken Yunanistan'da büyük beklentiler ve büyük şişirme ile iktidara gelen SYRIZA hükümeti daha yolun başında ne dediyse bir bir tersini yapmaya başladı.

Öyle ahkâm kesmekle, "bekâra karı boşamak kolay" misali atıp tutmakla bu işleri olmayacağını anladı. Manevra yapmak için büyük bir coşku ile borçları ödemeyeceğim, troykaya boyun eğmeyeceğim diye referandum da yaptılar. %60 ile halk OXİ dedi. Hemen sonrasında da büyük bir coşku ile kutlamalar yaptılar: Ama ne kafa tuttuk diye Avrupa ya! Diye

Her halde yorulmuş olmalı, OXİ sonrası Maliye bakanı istifa etti. Yerine Avrupa’nın adamı gözü ile bakılan Çakal isimli biri atandı. Ülkemiz de dahi pek çok yerde borcunu ödemeyeceğim diyen ve üstüne OXİ ile yatmaya çalışan ülke ONUR apoleti ile ödüllendirildi.


Sonra. Az sonra. Bir hafta bile olmadan. Ne oldu? Büyük KUCAKLAŞMA?

İŞLEM TAMAM..............Game Over...............Bugün itibarı ile Yunanistan CİPRAS Başkanlığında Avrupaya pes etti. Kimi darbe, kimi onursuzluk, kimi teslimiyetçilik, kimi Duyun-i umumiye dediği bir anlaşma ile ipleri kreditörlere bıraktı.

Anlaşma sonrası CİPRAS "Büyük mücadele verdik önümüzde zorlu kararlar var.  Mali takınma ve bankacılık sisteminde çöküşü engelledik. Savaş devam edeceğiz. Bütün Avrupa'ya 'onur mesajı' verdik."

Biz ne bu OXİ den ne de ONUR kavramından bir şey anlamadık. Bir hafta süre ile bu kadar değişik anlamlara gelebileceğini idrak edemedik.

Halbuki aynı şeyi Yunan Merkez bankası Referandum öncesi bir r mektup ile parlamentoya bildirmişti. Sistem çöker, bu anlaşma imzalanmalı diye. O gün dayılananlar bu OXİ Tiyatrosunu niye sahnelediler. Niye olmayan kaynakları boşa tükettiler.

Anlaşma sonrası açıklama yapan Eurogroup Başkanı Jeroem Dissjelboem "14 saat bir toplantı yaptık. Masadaki bütün gündem maddelerini değerlendirdik. Güven meselesi çok önemliydi. Özellikle reform maddi durum ve borç sorunları.Bütün bunları konuştuk. Bunları sağlamak zorunda kaldık. Yunanistan’ı yeniden rayına oturtmak için çaba gösterdik. Zirve boyunca anlaşma sağlandı. Ve anlaşma metnine bakıldığında bazı konuları göreceksiniz. Yunanistan meclisi önemli konularda çalışacak. Yunan Meclisi’nin onayı gerecek. Üye devletler işbirliği içinde çalışacak. Yunanistan’ın tekliflerinin güçlendirilmesi gerekiyor. Borç ve finansman konusuda anlaşma içinde yer alıyor. Ve bir form oluşturulacak (bildiğin Duyun-i Umumiye). Varlıklar bu fona transfer edilecek. Özelleştirme Yoluyla olabilir. Bu para borcun azaltılması için kullanılacak. Önümüzdeki zorlu konulardan bir tanesi de bankalar olacak. Ve bu para da bankaların sermayelerini sağlayamaya çalışacak."

Evet şov bitti.... Gerçek hayat tüm acımasızlığı ile devam ediyor. Hadi yazı bi şekilde atlatacaklar, kış gelince bakalım ne yapacak Yunanistan uygulamaya başlayacağı katı kemer sıkma politikaları ile. Bakalım o zamanda alkış tutacak mı bizdeki bu ayranı kabartanlar.... Bakalım o zaman nasıl bir yol bulacaklar OXİler, ONURlar ve Kreditör Darbeleri konusunda. Hangi yalana bel bağlayıp, galeyana getirip, sonrada karaya oturtacaklar milleti.....

12 Temmuz 2015

Rezidansta Pazar Kahvaltısı Keyfi

Pazar günleri keyif zamanlarıdır. Dinlenme, kendine gelme için küçük molalardır. Şehrin koşuşturmacısı içinde nefes alınan anlardır.

Yol olmadığı için gidilemeyen ve daima bizim olan yaylalarımızın havası burnumuzda tüterken, imdadımıza günümüzün standart hale gelen yerleşimleri Rezidanslar yetişiyor. Normal bir vatandaşın çalışıp, alın teri ile harmanlayarak kazandığı helal paralar ile üç beş tane alabileceği, hatta üç beş tanede yakın akrabaya hediye edebileceği bu modern yapılar bir vaha misali nefes aldırıyor şehirli insana.

Yüksekliği artıkça manzarası ve solunan havanın kalitesi artan bu yapılarda yapılan pazar kahvaltılarının yerini hiç bir şey tutmuyor. Yüksekliğin vermiş olduğu dokunulmazlık duygusu ile gökyüzünün uçsuz bucaksızlığı bizlere özgürlük ve ferahlık duygusu katarken, bir fincan kahvenin eşliğinde okunan doğru seçilmiş gazetelerin keyfi hiç bir şeyde yok.

Burada dikkat etmemiz gereken bir iki püf noktası var. Bunlardan birincisi kahvenin aroması. Taze ve kaliteli kahvenin aroması insana küçük keyif adacıkları oluşturur. İkincisi Telefonlardan uzak durmak. Ne olu ne olmaz bir skandal patlar, bir kötü haber düşer ajanslara, bu keyfi bozmamak lazım. Diğer bir temel konu ise gazetelerin doğru seçilmesidir. Seçtiğimiz gazete bizim yaşam standardımıza ve tercihlerimize uygun olmalıdır. Alim Allah bir ters haber tüm günü heba eder. Düşünsenize koltuğunuza yayılmış, harika kahvenizi yudumlarken manşetlerde Rezidanslar Rezidanslar diye kelimeler uçuşsa havada! Nasıl da kararır bir anda masmavi gökyüzü rezidansımın terasında. Bunu engellemek için yayın ilkeleri düzgün olan ve medeni, demokrat ve ilerici insana uygun yayınlar seçmeliyiz.

Mesela gazetemizi açtığımızda şöyle bir haber bizi abandone etmemeli: "Çok garip ve anlamsız bir konu. Ülkenin bir ucunda lokal şeyleri bile kendine sorun eden ve ülke gündemine taşıyan, hatta cevval muhabirleri ile kendi haberini bulup manşete taşıyan bir gazete, İstanbul'un göbeğinde, Siyasetin göbeğinde yükselen REZİDANS Manşetlerini görmüyor ve küçük puntolarla dahi haber etme gereği duymuyor.

Radikal'in Rezidans Suskunluğu

Çok garip ve anlamsız bir konu. Ülkenin bir ucunda lokal şeyleri bile kendine sorun eden ve ülke gündemine taşıyan, hatta cevval muhabirleri ile kendi haberini bulup manşete taşıyan bir gazete, İstanbul'un göbeğinde, Siyasetin göbeğinde yükselen REZİDANS Manşetlerini görmüyor ve küçük puntolarla dahi haber etme gereği duymuyor.

Konunu muhatapları bir belediye başkanı, Milletvekili olan eşi ve ana muhalefet partisi liderinin çocuğunun olduğu geniş yelpazeli bir gündem. Böyle bir haber nasıl görmezden gelinebilir?

Beklenilen konunun yanlı olarak verilip, yargı ve karar verilmiş manşetlerin atılması değil. O çok güzel Belli başlı konularda yapılıyor. Beklenilen haberin verilmesi, okuyucuya iletilmesidir. Zaten okur grubu belli, kendisi karar verir.

Merak edilen bu bir körlük müdür? Gündemden kopukluk mudur? Bilinçli bir suskunluk mudur? Tüm durumlarda, gazete için okuyucu gözünde güvensizlik yaratan ve çeşitli şüpheler doğurandır.

Rezidansların mı bir dokunulmazlığı var? Olayın muhataplarının mı bir dokunulmazlığı var? Bu bir meslek körlüğü değilse, nedir bunun gerekçesi?

Bu konuda hiç bir haber çıkmıyorsa bile bir başarı hikayesi olarak ta sunulamaz mı? Devlet memuru, helal, alın teri ile birlikte çalışarak milyonlarca liralık Rezidanslar alabiliyor. Artık eski Türkiye değil, ülke çok değişti ve refah düzeyi yükseldi. Dünün gecekonduları artık rezidanslara dönüştü, muhteşem bir kentsel dönüşüm hikayesine imza atan ülkemizde Rezidanslar artık milyonların tercih ettiği standart konutlara dönüştü. v.b

En azında bu yapılabilirdi!


İstersem gecekonduda yaşarım, istersem rezidansta

Seçimlerin bittiği bir ayı geçti. Meclis başkanlığı seçimi, koalisyon ihtimalleri, Deniz Baykal ve MHP’nin tercihleri seçim sonrası gündemimizi meşgul eden en yoğun konulardı.

Tüm bu siyasi gündem içinde bir isim vardı ki kendine has bir iz bıraktı kısacık zaman içinde. Geçmiş birkaç yıl içinde parlamaya başlayan yıldızı, meclis çatısı altında yaptığı görsel şovla süslenmiş şık yemini ile taçlandı.

Ancak bu arena başka alanlara hiç benzemez. Bir siyaset duayenine göre “24 saat siyaset için çok uzun bir süredir” dediği tarifte bir ay bir ömre bedel olabilir.

Nitekim bu kural en acı şekli ile siyasetimizin hızla yükselen ve parlayan yeni yıldızı içinde değişmedi. Bir gün önceki medyatik yemini ile estirdiği pozitif duygular bir gün sonra ise “Rezidans Skandalı” ile yerini BUZ gibi bir havaya bıraktı.

Dikkatimizi çeken iyi günde bu yıldız siyasetçiyi manşetlere taşıyanlar, hava birden BUZ kesince ortadan kayıp oldular. Sanki böyle biri hiç yokmuş gibi davranmaya başladılar.

Ama yıldız öyle bir parlamıştı ki, Rezidanslar öyle bir yükselmişti ki, hava birden bire öyle bir BUZ kesmişti ki farkında olmamak imkânsızdı.

İşte siyaset böyle nankör bir meslek. İyi günde yanında olanlar kötü anında kayıp olurlar. Böyle zamanla da iş başa düşer, tek başına mücadele edersin kurtuluşa varmak için. Şanslı isen birkaç eş dost el verir sana, destek olur bu ince hesaplı kitaplı siyaset girdabında.

Bakıyoruz her konuya müdahil olan bu blogta da konu hakkında hiçbir yazı yok, öne çıkan. Ya REZİDANS konusunda yeterliliği yok blogtakilerin, ya da konudan bi haberler! Yoksa hiçbir güç onları durduramaz, birkaç satır kaleme almak konusunda. Bizde konuya vakıf olmak adına birkaç kaynak taradık, ancak hiçbir sonuca varamadık.

Kişinin beyanı esastır diyerek, sözü kendi twittlerine bıraktık. Önce skandalı bir hatırlayalım, sonrasında mağdurenin sözlerine kulak verelim.

İddialar

Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi'nin CHP'li milletvekili eşi Gamze Akkuş İlgezdi'nin Four Winds Residence'da 3, eşinin projesi olan Buz Residence'da ise 12 daire aldığı ortaya çıktı. Diş hekimi İlgezdi, eşinin kontenjanından Ataşehir Belediyesi'nde görevlendirildi. Sosyal ve Kültür Koordinatörlüğü'nden istifa ettikten sonra CHP'den vekil olarak Meclis'e girdi. Mal varlığı ise herkesi şok etti. 2014'te 5 milyon dolara Göztepe'deki Four Winds Residence'dan 3 lüks daire alan İlgezdi'nin Ataşehir'deki Buz Residence'dan da 12 daire aldığı tespit edildi. Tepkiler gecikmedi. Çünkü belediyede çalışırken 4 bin lira maaş aldığı düşünüldüğünde, İlgezdi ancak 281 yıl çalışıp 5 milyon dolarlık konut sahibi olabilirdi! Gözler, "Değirmenin suyu nereden geliyor" sorusuna çevrildi.

Görüldüğü üzere iddialar çok ciddi ve etkileyici idi. Bu durumda kişilere savunma hakkı vermek ve bu bilgileri kamuoyuna ulaşmasını sağlamak demokrasi ve insan hakları gereği en doğal haktır. Bizde bu anlayış ile bu blogta suçlamaların (bize göre mal mülk sahibi bir suç değildir, yeter ki temini ile ilgili mantıklı açıklamaları yapılabilsin.) muhatabının açıklamalarını vererek takdiri okuyanın algı düzenine bırakıp, yazımızı noktalıyoruz.

Gamze Hanım'ın gelen tepkilere, "Devlet memuruyum" diye cevap verdi. Gamze Hanım devamında "Konut sahibi olmak yasalara aykırı değil" dedi.

Sevican Hürses Saraya Çattı: Yaşam alanım daraldı!

Son zamanların öne çıkan başarısız sanatçılarından Sevican Hürses yine gündem yaratan sözler söyledi.

Yaptığı hiçbir işte başarıyı yakalayamaması ile anılan sanatçı Saraya fena yüklendi.

“İftarda iftar. Herkesi iftara ağırlayan saray neden bizi görmezden geliyor. Bizlerde bu milletin bir ferdi değil miyiz? Suçumuz başarısız olmak mı? Sistemin kurbanıyız, elimizden tutan yok diye mi davet almıyoruz. Hâlbuki 15 yaşından beri düzenli olarak orucunu tutan biriyim. Sayısını hatırlamadığım kadar girişimin oldu, başarı yakalamak için, ama olmadı. Bide sarayın bu ayrımcı/ötekileştirici tavrı da üstüne gelince bizler nefes alamaz hale geliyoruz. Üzerimizde baskı var. Korkuyoruz. Üretemiyoruz. Bu işin sonu nereye varacak. Bu ülkede saraylı olmak için illa muhtar mı olmalıyız? Yüksek yargı mensubu mu olmalıyız? 

Hem o sofraların o kadar da pahalı olmadığını biliyoruz. Biz kaçın kurasıyız. Bir iftarın kaça patladığını gözünden anlarız. Bizim etimiz ne budumuz ne ki! Hiçbir külfetimiz olmaz. Yiyeceğimiz tadımlık iki iftariyelik, bi kâse çorba. Niye bize bu zülüm. Niye bize de bu ayrımcılık?

Buradan saraya sesleniyorum, bu ayrımcılığa son verin! Biz başarısızlığa mahkûmlara da haklarını verin, hor görmeyin, dışlamayın. Sofranızda bize de yer açın.”

Yaptığı bu çıkış ile bir anda dikkatleri üzerine çeken Sevican Hürses Muhaliflerin desteğini arkasına aldı. Kendisine gün boyu destek telefonları gelen Başarısız sanatçıya, korkmaması, cesur olması telkin edildi.

Birden fazla gazete ve televizyondan röportaj teklifi, Mimarlar ve tabipler odasından ramazan erzakları alan Hürses’e bir destekte Birleşik Yol/Köprü/Liman istemezuk birliğinden geldi. Günün birinde engellemeyi başardıkları bir köprü veya yol inşaatı temelinde bir konser sözü ile umutlandırılan sanatçı sevincini gizleyemedi.

(ilk yayın tarihi:09.07.2015 18:01:04)

8 Temmuz 2015

Somali’den Haber var

Somali'den haber uçurdular. Dediler ki bizden haber bekleyenler, bizleri MERAK edenler varmış! Bizde onlara bi haber edelim istedik. Kimse merak buyurmasın ki İnsanlık adına yapılan en ufak yardım, iyilik, kuru bir selam, candan bir merhaba bile akla hayale sığmayacak güzel etkiler bırakır, bizim buralarda. Bizler yıllarca kendi kaderine terk edilmiş ve yok oluşu izlenmiş insanlarız. Biraz toparlayınca biraz belini doğrultmaya çalışınca hemen tepemize uçuşan akbabalar ile tekrar dizleri üstüne çökertilmiş ve koldan kanattan kesilmişiz.

Gün gelmiş en umutsuz anda bir ışık belirmiş ufuktan ve bizlere umut olmuş en karanlık anlarda. Bu ışık Türkiye ve onun Başkanı Erdoğan'dan başkası değildi. O ışık gittikçe güçlenmiş ve kalıcı bir hal almıştır. Bu ışık bize güç vermiş, yol göstermiş ve karanlıktan aydınlığa doğru bizi çekmeye başlamıştır.

Bizler için acımadan daha başka bir şey yapmayanlardan; Bizleri görmemek adına kafalarını kumlara sokanlardan hiç bir beklentimiz yoktur. Hatta bu duyarsızlıkları için bir sitemimizde yoktur. Ancak onlarda bir mesajımız vardır. O da, hiç bir şey yapmadığınıza razı iken, bizler için bir şeyler yapanlara, yapmak isteyenlere kulp bulmayın, onları caydırmayın, onlara külfet olmayın. Yaptıklarını az buluyorsanız, yetersiz buluyorsanız, ya da hiç uygun bulmuyorsanız buyurun daha iyisini sizler yapın.

Oturduğunuz yerden araştırma, soruşturma zahmetine girmeden bizler ve bizlerle olanlar hakkında uydurmayın, küçümsemeyin. Sizin için küçük olan, basit olan bizler için hayat kurtaran, aydınlığa bağlayan şeyler olabilir. Onun için  ey oturduğu yerden ahkam kesenler;

Gelme! Geleni engelleme
Görme! Göreni engelleme
Yapma! Yapanı engelleme
Sevme! Seveni engelleme
Sarma! Saranı engelleme.

Bu bilmeden uyduran, yapmadan yapanı horlayanlar için aşağıda Türk dostlarımızın bizler için yaptığı, yapmaya çalıştıkları güzellikleri küçük notlar ile sıraladık. Daha ayrıntılı bilgi için Lütfedip ilgili kurumlardan, İnternetten vd kaynaklardan bilgiler alabilirler.

Sizin için bir şey ifade etmez ama buradan bu mutluluğu sizlerle paylaşalım. "İlk defa ülkemizde sera kurulup, kavun, patlıcan gibi sebzeler yetiştirmeyi başardık." Çok mutlu olduk çok.......

Pulitzer Ödüllü Fotoğraflarla İnsanlığın Vahşet Yolculuğu

Pulitzer ödüllü resimler dönem dönem karşımıza çıkar. Kimi sadece resim kimi ise etkileyici/sarsıcı hikâyeleri ile. Bu sefer ne sebep oldu, bilmiyoruz, biraz daha ayrıntılı incelemek istedik, bu ödüle konu olan resimleri. Aman Allah'ım! Bu nasıl bir vahşet!

Resimlerin ortak noktası İNSAN VAHŞETİ... Kısaca özetlenirse insan vahşetinin tarihsel yolculuğu diyebiliriz. Nasıl kendimizden geçip birbirimizi, sabileri, doğayı ve insanlığı boğazlamış, yok etmiş, katletmişiz. Damarlarımızda nasıl bir NEFRET İKRİSİ dolaşıyorsa bilinmez, böyle bir vahşet farklı âlemlerde inanın mümkün değil.

Kim bunun sorumlusu? Kim bizi insanlıktan çıkarıp birbirimize katlettiren, vahşice ve akıl almaz bir gözü dönmüşlükle. Niye resimlerin çoğunluğunda çocuklar, garibanlar, savunmasızlar ve askerler var?

Nerede buna mani olacak KODAMANLAR....? Koyu mümtaz elbiseleri, kalıbı bozulmuş kocaman bedenleri, asık mahkeme duvarı suratları ile neden mani olmazlar bu vahşetlere, konforlu taş binalarında. El sıkışmaktan, resim çektirmekten, atıp tutup, tehditler savurmaktan başka ne işe yararlar.

Bizleri böyle zehirleyen ve birbirine katlettiren ne? Buna karşı medya, basın, âlimler, bilginler ne yaparlar? Ortak mıdırlar? Suskun mudurlar? Mağdur mudurlar? Ya bizler! Böylesine birbirimize kırdırılıp, kodamanlara eğlence/iş olurken neden gözümüzü döndürüp nefretimizi birbirimize sunarız? Bize bunu yaptıran nedir?

Her zaman herkesin bir bahanesi ve haklı bir gerekçesi yok mudur, zamanın her anında bu kadar vahşi ve bu kadar insanlık dışı işler için. Sonuçta kim kazanlı çıkıyor bu işten ve sonuçta kim hiç bir zaman bedel ödemeden uzak kalabiliyor bu katliamlardan.

Resimler bakın ve düşünün lütfen! Bu kadarı fazla değil mi? İnsanlığa! Kayıp ettiğimiz ve içimizdeki zehirli nefrete teslim ettiğimiz İnsanlık.....






Fotoğrafçı Anthony Roberts Hollywood'da bir otoparkta yürürken bir kadının çığlıklarını duyuyor ve olay yerine ulaştığında dehşet verici bir manzara ile karşılaşıyor. Etkisiz hale getirdiği kadını vahşice döven bir adam etraftakilerin engelleme çalışmalarına kulak asmıyor. Can havli ile bağıran kadının çığlıkları güvenlik görevlisinin adamın kafasına bir kurşun sıkması ile son buluyor. Fotoğraf güvenlik görevlisi silahını ateşlemeden hemen önce çekilmiş.
Anthony Roberts, 1973








1941 yılında, Detroit Ford Otomobil Fabrikası işçileri greve gitti. İstekleri daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek ücretlerdi. Fotoğrafta işçilerin araya giren bir grev kırıcıyı dövdüklerini görüyoruz. Fotoğrafçıdan öğrendiğimiz kadarı ile dayak kısa sürmüş ve işçiler greve devam etmişler.
Milton Brooks, 1941
















1951'de Max Desfour'a Pulitzer kazandıran fotoğraf. Komünist Çin istilası sonrası Kuzey Kore'nin Pyongyang kentinden, yıkık köprünün kalıntılarını kullanarak kaçmaya çalışan insanlar










Horst Faas tarafından 19 Mart 1964'de çekilen bu fotoğraf, kendisine 1965'de Pulitzer kazandırmış. Vietnamlı bir çiftçi, ölü çocuğunun bedenini, onun ölümünden sorumlu olan Güney Vietnam askerlerine gösterirken






1976 yılında Neal Ulevich tarafından çekilen fotoğraf 1977'de Pulitzer kazandı. Bangok'daki Thammasat Üniversitesi'nin bahçesinde asılmış bir üniversite öğrencisi görülüyor. Öğrenciler, eski asker olan devlet başkanı aleyhine gösteri yapınca, polis böyle bir şiddetle karşılık vermiş









Üsteki resim, 2004 yılında çekilen bu fotoğrafın da içinde bulunduğu 20 fotoğraflık portfolyo, Muhammed Muheisen'e sonraki yıl Pulitzer kazandırdı. Bağdad'da yanan bir Humvee üstündeki Iraklı...









Bu zehirli kaynak kurumadan kendi kendini çoğaltıyor. Nefretin, şiddetin sürekliliği sağlanıyor! Rodrigo Abd tarafından çekilen ve 2013 yılı ödül alan resimlerinden biri.










Rodrigo Abd tarafından çekilen bu fotoğrafta, Suriye’de babası keskin nişancılar tarafından öldürülen bir çocuğun gözyaşları var. 2013 yılı.










Yine Suriye! Bu sefer gözyaşları bir evlat için... Babalar için en kötü şey ÇARESİZLİKTİR.....  Javier Manzano ,2013 Yılı


BU KADAR YETER Mİ? Yetmedi! Yetmeyecek! Tarih insanın vahşiliğine yenik düşerek akıp gidecek.....Kimine kahramanlık, kimine kurtuluş, kimine direniş, kimine facia diyerek yüzlerce kılıf, binlerce isim altında bu vahşet sürecek. Kimimiz taraf olup, kimimiz susup, kimimiz ise yokmuş gibi davranıp katkı sağlayacağız.




6 Temmuz 2015

Başarısız Şarkıcı Sevican Hürses ile röportaj

Malum pek bi moda röportaj yapmak, görüş almak. Bu olmazsa bu blog eksik kalacak korkusu ile arayışlara girmiştik. Bir an önce bir röportaj patlatmalıyım güdüsü ile ne kadar ünlü varsa hepsine müracaat ettik, daha doğrusu teşebbüs ettik. Bazıları o kadar ünlü ki yakınına bile ulaşamadık. Ulaştıklarımızda pek bi yoğun olduklarından onlardan da yakın zamanlı bir randevu alamadık.

Kara kara düşünürken karşımıza sahneleri en parlak yıldızı olmaya aday sanatçısı Sevican Hürses çıktı.

Bir an afalladıktan sonra cesaretimizi toplayıp yanına vardık. İnanılmaz bir şey oldu! Hiç bir engel olmadan kendisine ulaştık ve hiç bir starda olmayan rahatlıkla kendisi ile doğrudan diyalog kurabildik! İşkillendik ama hiç bozuntuya vermedik. Hatta çaktırmadan sağı solu kolaçan edip, bir kamera şakasına karşıda kendimizi garantiye almaya çalıştık.

Hepsi boşa imiş, bunu röportajın sonunda anladık. Röportaj mı? Hani o yapmaya çalışıp ta kişilere ulaşamadığımız var ya, o röportaj işte. İşte size Muhteşem ve gündem değiştirecek SEVİCAN HÜRSES röportajı.

Diva Olacak Kadınım

* Sevican hanım sizinle karşılaşmak mucize gibi. Müsaade ederseniz sizinle olduğunca bir röportaj yapmak istiyorum, müsaade eder misiniz?

- Ne demek müsaade, seve seve yaparım. Buyurun...

* Size geleceğin starı gözü ile bakılıyor, çok popülersiniz. Bunu neye borçlusunuz?

- Teveccühüz. Soru biraz direkt konuya girmek gibi oldu ama. Tabii beklentiler çok yüksek, ama inanır mısınız piyasa çok zorlu. Buraya gelmek için kimselere borçlanmadım, ne yaptıysam kendim yaptım. Doğal bir yeteneğim var zaten. Bu en büyük sermayem benim. Ama piyasa çok zor ve bu piyasadan alacaklıyım ben

* Alacaklıyım derken neyi kastediyorsunuz? Açabilir misiniz?

- Tabii ki neyi kastettiğimi açıklayabilirim hayatım, ama açmaya gelince o defteri çoktan kapattım ben! (acemice bu espriyi kaçırınca, samimiyet duvarlarını yıkamıyoruz. ) Çok emek verdim, çok proje geliştirdim ama nafile. Sistem bildiğiniz gibi işlemiyor. Adamı olan, parası olan öne çıkıyor. Yaptıklarımız halka ulaşamıyor.

* Ne yanı sizin gibi bir sanatçı halka ulaşamıyor mu?

- İnanılmaz değil mi şekerim! Henüz başaramadım halka inmeyi. Ben ki Diva olacak bir kadınım, yeteneğim, endamın belli! Ama sistemi geçemiyoruz!

Şok Yaşıyoruz! Başaramıyorum da ne demek!

* Sevican hanım ne demek başaramıyorum, siz mi bunu söylüyorsunuz!

- Ay, şekerim sen beni nerenle dinliyorsun! Sistemi aşamıyorum diyorum, fırsat bulamıyorum diyorum. Niye başaramayacakmışım ki! Benim başaramıycam hiç bir şey olamaz, yeter ki fırsat verilsin. Ama onu da halledicem, hiç meraklanmasın hayranlarım. Bu zinciri kırıp onlara kavuşacağım.

* Çok merak ediyoruz, bu zorluğu nasıl aşmayı planlıyorsunuz?

4 Temmuz 2015

Kültürel İktidar Faşizmi

Uzun zamandır aklımızda olan dağınık bir konuya bir üst başlık bulabildik nihayet: "Kültürel İktidar". Bu gün okuduğumuz bir köşe yazısında ulaştığımız kavram, pek çok yerde ihtiyacımız olan boşluğu doldurabilecek kapsamda.

Önce bu yazıdan bir kaç bölüm paylaşıp, kendi görüşlerimizi bu çerçevede sunmayı planlıyoruz. Yazı Yeni Şafak gazetesinde İsmail Kılıçarslan imzasını taşıyan "Maçı nerde kayıp ediyoruz" isminde.

Yeni yeni farklı okuma alışkanlıklarına ulaşmaya başladıkça farklı görüşler, farklı alanlar ve farklı düşünürlerle tanışmanın avantajını yeni bilgilere ve yeni bakış açılarına kavuşarak görüyoruz. İşte o yazıdan yaptığımız özet kısım:

'Kültürel iktidar ya da Pierre Bourdieu amcanın isimlendirdiği şekliyle manevi iktidar her zaman somut ve maddi iktidardan daha önemli bir şeydir' cümlesine bir kez olsun itibar etmediğimizden kaybediyoruzdur belki de maçı.

Kültürel iktidar alanı sembolleri elinde bulunduranın, neyin görülmesi neyin görülmemesi konusunda kamuoyunu ikna edebilmenin, yerleşik sermaye gücünün nereye hizmet edeceğini belirleyebilenin elinde tuttuğu bir alandır.

Sözgelimi 'bunlar ötekine saygı duymuyor, öteki ile birlikte yaşamayı bilmiyor' korosu var değil mi Türkiye'de? 'Bunlar tahammülsüz' diyen bu koronun 'bunlar' diye imlediği kitlenin işyerlerine bakalım mesela. Sözgelimi, benim 10 yıl boyunca çalıştığım Kanal 7'ye. Mini etek giyerek mesaiye gelen arkadaşım vardı. Alevi mesai arkadaşım vardı. Kürt mesai arkadaşım vardı. Hatta Hristiyan ya da ateist mesai arkadaşlarım vardı. Türkiye neye benziyorsa Kanal 7 koridorları da ona benziyordu. Şimdi yazılarımın yayınlandığı Yeni Şafak da öyle mesela…

Peki, bir de 'tahammülsüz bunlar' korosunun işyerlerine bakalım. Mesela temizlikçi olmayan başörtülü çalışan arayalım. İşyerlerinde mescit arayalım. Tamam, hadi bunları geçtik. 'Cuma namazına gitmek isteyen çalışanına tahammül' arayalım; bakalım bulabilecek miyiz?

1 Temmuz 2015

Maastricht Kriterleri ve İşe Yaramaz Siyasal Yapılar: Kriterler, veballer, ikiyüzlülükler ve TÜRKİYE

Büyük hayaller, büyük iddialar ve büyük bir kibir ile kurulan Euro bölgesi uygulaması ve onu oluşturan kurumlar, kriterler bir bir çuvallıyor. Bir değil onlarca çuval inciri berbat ediyorlar.

Her şeyleri tam takırmış gibi birbirinde iddialı ve birbirinde mükemmel kriterler ile birliklerini kriz savar, yıkılmaz ve aleme örnek diye inşa eden AB yapılanması çöküyor. Hem de göz göre göre….

5 yılı aşkındır geliyorum, geldim gitmiyorum diyen krizler AB’nin tepkisizliği, işlevsizliği ve saçmalık ötesi kuralları nedeni ile başta ülkeleri devamında da kendini büyük bir yıkıma sürüklüyor.

Yüz milyarlarca Euroluk kaynaklar bu saçma kara deliklerde yok olup gidiyor. İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve daha saklanan kim bilir kaç ülke bu mantıksız kibrin kurbanı oluyor.

Ceremesini halklar en acı biçimi ile çekiyor. Bu işe neden olanlar ortalıklarda görünmezken, ülkelerin toplumsal barışı, siyasal yapıları radikal bir biçimde değişiyor.

Kopenhag, Maastricht ve benzeri pek çok iddiali kriter oluşturup, bunları ANAYASAL ZORUNLULUK olarak ülkeler dikte den AB bu kibirli ve burnundan kıl aldırmaz yapısı nedeni ile bu kriterlerin kurbanı oluyor.

Ülkemizi 10 yılları geçen bir süredir oyalayan ve bu kriterlerin sanki tek muhatabıymış gibi sıkı sıkıya sorumlu tutan birlik, çifte standart mı dersiniz ikiyüzlü siyaset mi dersiniz işine geldiğinde uygulamayarak veya görmezden gelerek kendi feci kaderini yazmıştır.

Ne siyasal kriterlerine, ne insan hakları ilkelerine, ne demokrasi anlayışına ne de ekonomik göstergelere çoğunluk ile GÖZ GÖRE uymazlarken, her fırsatta TÜRKİYE’yi bunlarla değerlendirip, fasikül fasikül raporlar yayınlayıp, mantıksız ve kuralsız kararlar almışlardır.

Irak, Suriye, Mısır, Libya, Filistin, Ukranya konularında siyaseten, demokratik anlayıştan,  insan hakları ve uluslar arası sorumluluklar açısından duymadım – görmedim – bilmiyorum genelinde tepkisiz, yanlı ve hatalı davranmıştır. Kendi ilke, kriter ve yasalarına aykırı onlarca karara ve davranışa imza atmışlardır.

En temel olarak tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden Mısır’da ki darbe, Filistin ve Suriye’deki başta çocuklar olmak üzere sivil haklara uygulanan insanlık dışı katliamlara gaddarca bir ikiyüzlülük ve tepkisizlik ile kendini inkar eden tavırlarda bulunmuşlardır.

Ayrıca hiçbir kritere, değere uymayan bir biçimde ikiyüzlülüğün daniskası bir biçimde Güney Kıbrıs Rum kesimini Türkiye’ye rağmen üyeliğe alarak Kıbrıs sorununu kendi içine çekmiş ve çözümsüzlüğü teşvik etmiştir.

10 Bir A ile Mezun olanlar

Moda oldu. Slogan bulup, Caps yapıp kendini üstün zeka saymak. Hele birde LİKE sayısı ve SHARE oranı yüksek ise içlerinin yağı eriyor bu insanların.

Malzeme tükenip, zeka kapasitesi kıt olunca bu işin dozunu kaçırmaya başlıyorlar. Ya belden aşağı, ya insan onuruna aykırı, ya manevi duyguları hedef alan saçmalıklar ortaya çıkıyor.

Ülkemizin önde gelen okullarından biri olan ODTÜ'de de mezuniyet zamanı. Burada da mezuniyet törenlerinde pankart açmak moda olmuş. Herkes zekâsını konuşturma peşinde. Hepsi iyi yetişmiş, birbirinde zeki çocuklar bu konuda da rekabet halindeler. Aman Allah'ım o ne pankartlar! KIRK yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek ince anlamlar.

Yalnız bunlarda anlamadığımız bir tezatlık var. Bir türlü anlamlandıramadığımız. Çoğunluğu sosyalist, komünist düşünceye yakın olarak kendilerini konumlandıran ve bu konularda her daim çalışma yapanlar, mezun olduklarında nasılda KAPİTALİST sistemin köklü firmalarına, uluslararası kurumlarına kapağı atmak için can atıyorlar, şaşırıp kalıyoruz. Her halde niyetleri sistemi içten ele geçirmek diye bağlıyoruz bu anlamsız tezadı kendimizce.


Ayrıca küçük bir de eleştirimiz olacak bu okul ve yetiştirdiklerinde. Tamam zeka FULL, ikbal parlak, bilgi gani gani de az biraz da SAYGI, EDEP ve ALÇAKGÖNÜLÜLÜK ilave edilse daha bir sevilir olacak bu KERATALAR.....