Uzun
zamandır aklımızda olan dağınık bir konuya bir üst başlık bulabildik nihayet:
"Kültürel İktidar". Bu gün okuduğumuz bir köşe yazısında ulaştığımız
kavram, pek çok yerde ihtiyacımız olan boşluğu doldurabilecek kapsamda.
Önce
bu yazıdan bir kaç bölüm paylaşıp, kendi görüşlerimizi bu çerçevede sunmayı
planlıyoruz. Yazı Yeni Şafak gazetesinde İsmail Kılıçarslan imzasını taşıyan
"Maçı nerde kayıp ediyoruz" isminde.
Yeni
yeni farklı okuma alışkanlıklarına ulaşmaya başladıkça farklı görüşler, farklı
alanlar ve farklı düşünürlerle tanışmanın avantajını yeni bilgilere ve yeni
bakış açılarına kavuşarak görüyoruz. İşte o yazıdan yaptığımız özet kısım:
'Kültürel iktidar ya da Pierre Bourdieu amcanın isimlendirdiği şekliyle manevi iktidar her zaman somut ve maddi
iktidardan daha önemli bir şeydir' cümlesine bir kez olsun itibar
etmediğimizden kaybediyoruzdur belki de maçı.
Kültürel iktidar alanı
sembolleri elinde bulunduranın, neyin görülmesi neyin görülmemesi konusunda
kamuoyunu ikna edebilmenin, yerleşik sermaye gücünün nereye hizmet edeceğini
belirleyebilenin elinde tuttuğu bir alandır.
Sözgelimi 'bunlar
ötekine saygı duymuyor, öteki ile birlikte yaşamayı bilmiyor' korosu var
değil mi Türkiye'de? 'Bunlar tahammülsüz' diyen bu koronun 'bunlar' diye
imlediği kitlenin işyerlerine bakalım mesela. Sözgelimi, benim 10 yıl boyunca
çalıştığım Kanal 7'ye. Mini etek giyerek mesaiye gelen arkadaşım vardı. Alevi
mesai arkadaşım vardı. Kürt mesai arkadaşım vardı. Hatta Hristiyan ya da ateist
mesai arkadaşlarım vardı. Türkiye neye benziyorsa Kanal 7 koridorları da ona
benziyordu. Şimdi yazılarımın yayınlandığı Yeni Şafak da öyle mesela…
Peki, bir de
'tahammülsüz bunlar' korosunun işyerlerine bakalım. Mesela temizlikçi olmayan
başörtülü çalışan arayalım. İşyerlerinde mescit arayalım. Tamam, hadi bunları
geçtik. 'Cuma namazına gitmek isteyen çalışanına tahammül' arayalım; bakalım
bulabilecek miyiz?
'İyi de, durum
işyerlerinde bile böyleyken tahammülsüz olan biz, hoşgörülü olan sizsiniz
öyle mi' diye soramıyorsak bu
tamamen bahsettiğim kültürel iktidar alanıyla ilgilidir.
Sinema ve dizi
sektöründe değil kendisinin dindar olduğunu belli etmek, AK Partiye oy
verdiğini söylemekten bile çekinen arkadaşlarım var benim. Öğle arasında 'ben
sizin gittiğiniz lokantayı sevmiyorum' diye her gün kaçıp gizli saklı öğle ve
ikindi namazını cem eden reklamcı tanıdıklarım var. Oruç tutabilmek için yıllık
izin alan ahbapların bahsini ise hiç açmıyorum.
Bunları ne zaman
konuşacağız Allah aşkına? Her sene 'sokakta
oruç yiyeni dövdüler' haberi yapmak için pusuya yatanların bu ikiyüzlülüğünü ne zaman faş edebileceğiz?
Bu kültürel iktidar
düzenini sorgulamadığımız müddetçe hiçbir zaman…
Gelin bir başka kanaldan
ilerleyelim. Geçenlerde, şehir imarı ile doğrudan ilgili bir odanın kurulunda
bir arkadaşım şöyle bir konuşma yapmış: 'Sevgili oda arkadaşlarım. Malum,
odamızın en önemli eylemlerinden biri TOKİ başta olmak üzere kamu projelerinin
iptali için davalar açmak. Madem odamızın böylesi bir faaliyet alanı var, o
halde gelin kamuya ait planları onaylayan arkadaşlarımızın odamızdan
üyeliklerini düşürelim. Pabuçlarını dama atalım.'
Ne olmuş dersiniz?
Kıyamet kopmuş elbette. Zira odaya kayıtlı plancıların neredeyse tamamı
paralarını temelde kamuya ait planları
onaylayarak kazanıyorlar. Yani işyerlerinde kendi onayladıkları planları odalarında dava ediyorlar. Bu şahane
ikiyüzlü düzenin devamında da hiçbir beis görmüyorlar.
Yerleşik düzenin
Türkiye'de geliştirdiği manevi iktidarı oy alarak yahut sadece medya sahibi
olarak yıkacağını zannetmek safdilliktir. Önce bir 'dil ve zihniyet' devrimi
şarttır. Fakat öncelikle bir 'kültürel iktidar alanı sorunu' belirlemek, bu
sorunun farkında olmak lazımdır değil mi?
Değişik
yazılarımızda bu konuyu ikiyüzlülük, iftira, saçmalık, akıl dışılık, linç
kültürü, aydın cehaleti, kara propaganda v.b isimlendirmeler ile dolaylı olarak
bu kavramı kullanmadan kaleme aldık. Bu yazı tüm bunlara bir anlam katacak
tanımlamayı sundu.
Evet ülkemizde Kültürel İktidar tamamı ile azınlık bir kesimin elinde uzun yıllar boyu bulunan bir saltanatlıktır, tiranlıktır. Bu iktidar, gücü elinde bulunan azınlık ile ters orantılı olarak çok geniş kesimleri etki alanında tutmaktadır.
Bizim
naçizane fikrimiz bu güç Osmanlının son yıllarında el değiştirip, onu yıkıma
götüren ve yüz yıla yakındır da bizleri boyunduruğunda tutmaktadır.
İktidar
araçları olarak en katı faşizm uygulamaları kullanarak gücünü daim kılmakta ve
karşısında her ne varsa yıkıcı, yok edici zararlar vermektedir.
Bizdeki
Kültürel İktidar, kara propaganda, her türlü linç, iftira, kurgulama, kandırma,
zaaflardan yararlanma, şantaj ve aklımıza gelmeyecek çeşitlilikte silahlar ile
amacına ulaşmaktadır.
Osmanlıdan
günümüze bu alanda zayıf kalınmasının ve aynı etki ölçüsünde karşılık
verilememesin temel nedeni sahip olduğumuz "İnanç Değerleridir. Bir
insana, bir kuruma tuzak kurma, iftira atma, linç etme vb İnanalar için kendini
inkâr ve büyük günahlardandır.
Bu
konunun böyle karanlık yanları olması nedeni ile yüzyılı aşkındır başa gelen
çekilmiş ve karşı ataklar ve/veya etkili savunmalar yapılamamıştır.
Bu
dezavantaj bu boşluk çok acılara ve çok kayıplara neden olmuştur. En kısa
tanımı ile meşru yollar ile elde edilen İKTİDAR her seferinde bu alandan gelen
gayri meşru yollarla kayıp edilerek ülkemiz adına, insanımız adına elem dolu
kayıp zamanlara sebep olmuştur.
Kültürel
İktidar her yönü ile ele alınıp, akla, vicdana, onura ve inançlarımıza uygun
bir dil ile yapılandırmaya tabi tutulmalıdır.
Yoksa
AYDIN diye ülkeyi hep karanlık dehlizlere çeken despot vicdansız, cahil güç sahiplerin
sonu gelmeyen saldırıları altında KENDİMİZ olamaz, ezilen ve sözü edilmeyen
avamlar olmaya devam ederiz.
Bu,
ideoloji, inanç, dil, ırk olarak değil hepimizi kapsayacak güzel bir ülkenin
tüm renkleri için dile getirilen bir tespittir. Bir arada kendimiz olarak
despot bir azınlığın gölgesine mahkûm edilmeden insanca bir yaşam için bir
temennidir bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder