4 Temmuz 2015

Kültürel İktidar Faşizmi

Uzun zamandır aklımızda olan dağınık bir konuya bir üst başlık bulabildik nihayet: "Kültürel İktidar". Bu gün okuduğumuz bir köşe yazısında ulaştığımız kavram, pek çok yerde ihtiyacımız olan boşluğu doldurabilecek kapsamda.

Önce bu yazıdan bir kaç bölüm paylaşıp, kendi görüşlerimizi bu çerçevede sunmayı planlıyoruz. Yazı Yeni Şafak gazetesinde İsmail Kılıçarslan imzasını taşıyan "Maçı nerde kayıp ediyoruz" isminde.

Yeni yeni farklı okuma alışkanlıklarına ulaşmaya başladıkça farklı görüşler, farklı alanlar ve farklı düşünürlerle tanışmanın avantajını yeni bilgilere ve yeni bakış açılarına kavuşarak görüyoruz. İşte o yazıdan yaptığımız özet kısım:

'Kültürel iktidar ya da Pierre Bourdieu amcanın isimlendirdiği şekliyle manevi iktidar her zaman somut ve maddi iktidardan daha önemli bir şeydir' cümlesine bir kez olsun itibar etmediğimizden kaybediyoruzdur belki de maçı.

Kültürel iktidar alanı sembolleri elinde bulunduranın, neyin görülmesi neyin görülmemesi konusunda kamuoyunu ikna edebilmenin, yerleşik sermaye gücünün nereye hizmet edeceğini belirleyebilenin elinde tuttuğu bir alandır.

Sözgelimi 'bunlar ötekine saygı duymuyor, öteki ile birlikte yaşamayı bilmiyor' korosu var değil mi Türkiye'de? 'Bunlar tahammülsüz' diyen bu koronun 'bunlar' diye imlediği kitlenin işyerlerine bakalım mesela. Sözgelimi, benim 10 yıl boyunca çalıştığım Kanal 7'ye. Mini etek giyerek mesaiye gelen arkadaşım vardı. Alevi mesai arkadaşım vardı. Kürt mesai arkadaşım vardı. Hatta Hristiyan ya da ateist mesai arkadaşlarım vardı. Türkiye neye benziyorsa Kanal 7 koridorları da ona benziyordu. Şimdi yazılarımın yayınlandığı Yeni Şafak da öyle mesela…

Peki, bir de 'tahammülsüz bunlar' korosunun işyerlerine bakalım. Mesela temizlikçi olmayan başörtülü çalışan arayalım. İşyerlerinde mescit arayalım. Tamam, hadi bunları geçtik. 'Cuma namazına gitmek isteyen çalışanına tahammül' arayalım; bakalım bulabilecek miyiz?

'İyi de, durum işyerlerinde bile böyleyken tahammülsüz olan biz, hoşgörülü olan sizsiniz öyle mi' diye soramıyorsak bu tamamen bahsettiğim kültürel iktidar alanıyla ilgilidir.

Sinema ve dizi sektöründe değil kendisinin dindar olduğunu belli etmek, AK Partiye oy verdiğini söylemekten bile çekinen arkadaşlarım var benim. Öğle arasında 'ben sizin gittiğiniz lokantayı sevmiyorum' diye her gün kaçıp gizli saklı öğle ve ikindi namazını cem eden reklamcı tanıdıklarım var. Oruç tutabilmek için yıllık izin alan ahbapların bahsini ise hiç açmıyorum.

Bunları ne zaman konuşacağız Allah aşkına? Her sene 'sokakta oruç yiyeni dövdüler' haberi yapmak için pusuya yatanların bu ikiyüzlülüğünü ne zaman faş edebileceğiz?

Bu kültürel iktidar düzenini sorgulamadığımız müddetçe hiçbir zaman…

Gelin bir başka kanaldan ilerleyelim. Geçenlerde, şehir imarı ile doğrudan ilgili bir odanın kurulunda bir arkadaşım şöyle bir konuşma yapmış: 'Sevgili oda arkadaşlarım. Malum, odamızın en önemli eylemlerinden biri TOKİ başta olmak üzere kamu projelerinin iptali için davalar açmak. Madem odamızın böylesi bir faaliyet alanı var, o halde gelin kamuya ait planları onaylayan arkadaşlarımızın odamızdan üyeliklerini düşürelim. Pabuçlarını dama atalım.'

Ne olmuş dersiniz? Kıyamet kopmuş elbette. Zira odaya kayıtlı plancıların neredeyse tamamı paralarını temelde kamuya ait planları onaylayarak kazanıyorlar. Yani işyerlerinde kendi onayladıkları planları odalarında dava ediyorlar. Bu şahane ikiyüzlü düzenin devamında da hiçbir beis görmüyorlar.

Yerleşik düzenin Türkiye'de geliştirdiği manevi iktidarı oy alarak yahut sadece medya sahibi olarak yıkacağını zannetmek safdilliktir. Önce bir 'dil ve zihniyet' devrimi şarttır. Fakat öncelikle bir 'kültürel iktidar alanı sorunu' belirlemek, bu sorunun farkında olmak lazımdır değil mi?

Değişik yazılarımızda bu konuyu ikiyüzlülük, iftira, saçmalık, akıl dışılık, linç kültürü, aydın cehaleti, kara propaganda v.b isimlendirmeler ile dolaylı olarak bu kavramı kullanmadan kaleme aldık. Bu yazı tüm bunlara bir anlam katacak tanımlamayı sundu.

Evet ülkemizde Kültürel İktidar tamamı ile azınlık bir kesimin elinde uzun yıllar boyu bulunan bir saltanatlıktır, tiranlıktır. Bu iktidar, gücü elinde bulunan azınlık ile ters orantılı olarak çok geniş kesimleri etki alanında tutmaktadır.

Bizim naçizane fikrimiz bu güç Osmanlının son yıllarında el değiştirip, onu yıkıma götüren ve yüz yıla yakındır da bizleri boyunduruğunda tutmaktadır.

İktidar araçları olarak en katı faşizm uygulamaları kullanarak gücünü daim kılmakta ve karşısında her ne varsa yıkıcı, yok edici zararlar vermektedir.

Bizdeki Kültürel İktidar, kara propaganda, her türlü linç, iftira, kurgulama, kandırma, zaaflardan yararlanma, şantaj ve aklımıza gelmeyecek çeşitlilikte silahlar ile amacına ulaşmaktadır.

Osmanlıdan günümüze bu alanda zayıf kalınmasının ve aynı etki ölçüsünde karşılık verilememesin temel nedeni sahip olduğumuz "İnanç Değerleridir. Bir insana, bir kuruma tuzak kurma, iftira atma, linç etme vb İnanalar için kendini inkâr ve büyük günahlardandır.

Bu konunun böyle karanlık yanları olması nedeni ile yüzyılı aşkındır başa gelen çekilmiş ve karşı ataklar ve/veya etkili savunmalar yapılamamıştır.

Bu dezavantaj bu boşluk çok acılara ve çok kayıplara neden olmuştur. En kısa tanımı ile meşru yollar ile elde edilen İKTİDAR her seferinde bu alandan gelen gayri meşru yollarla kayıp edilerek ülkemiz adına, insanımız adına elem dolu kayıp zamanlara sebep olmuştur.

Kültürel İktidar her yönü ile ele alınıp, akla, vicdana, onura ve inançlarımıza uygun bir dil ile yapılandırmaya tabi tutulmalıdır.

Yoksa AYDIN diye ülkeyi hep karanlık dehlizlere çeken despot vicdansız, cahil güç sahiplerin sonu gelmeyen saldırıları altında KENDİMİZ olamaz, ezilen ve sözü edilmeyen avamlar olmaya devam ederiz.

Bu, ideoloji, inanç, dil, ırk olarak değil hepimizi kapsayacak güzel bir ülkenin tüm renkleri için dile getirilen bir tespittir. Bir arada kendimiz olarak despot bir azınlığın gölgesine mahkûm edilmeden insanca bir yaşam için bir temennidir bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder