Büyük
hayaller, büyük iddialar ve büyük bir kibir ile kurulan Euro bölgesi uygulaması
ve onu oluşturan kurumlar, kriterler bir bir çuvallıyor. Bir değil onlarca
çuval inciri berbat ediyorlar.
Her
şeyleri tam takırmış gibi birbirinde iddialı ve birbirinde mükemmel kriterler
ile birliklerini kriz savar, yıkılmaz ve aleme örnek diye inşa eden AB
yapılanması çöküyor. Hem de göz göre göre….
5
yılı aşkındır geliyorum, geldim gitmiyorum diyen krizler AB’nin tepkisizliği,
işlevsizliği ve saçmalık ötesi kuralları nedeni ile başta ülkeleri devamında da
kendini büyük bir yıkıma sürüklüyor.
Yüz
milyarlarca Euroluk kaynaklar bu saçma kara deliklerde yok olup gidiyor. İrlanda,
Yunanistan, Portekiz, İspanya ve daha saklanan kim bilir kaç ülke bu mantıksız
kibrin kurbanı oluyor.
Ceremesini
halklar en acı biçimi ile çekiyor. Bu işe neden olanlar ortalıklarda
görünmezken, ülkelerin toplumsal barışı, siyasal yapıları radikal bir biçimde
değişiyor.
Kopenhag,
Maastricht ve benzeri pek çok iddiali kriter oluşturup, bunları ANAYASAL
ZORUNLULUK olarak ülkeler dikte den AB bu kibirli ve burnundan kıl aldırmaz
yapısı nedeni ile bu kriterlerin kurbanı oluyor.
Ülkemizi
10 yılları geçen bir süredir oyalayan ve bu kriterlerin sanki tek muhatabıymış
gibi sıkı sıkıya sorumlu tutan birlik, çifte standart mı dersiniz ikiyüzlü
siyaset mi dersiniz işine geldiğinde uygulamayarak veya görmezden gelerek kendi
feci kaderini yazmıştır.
Ne
siyasal kriterlerine, ne insan hakları ilkelerine, ne demokrasi anlayışına ne
de ekonomik göstergelere çoğunluk ile GÖZ GÖRE uymazlarken, her fırsatta
TÜRKİYE’yi bunlarla değerlendirip, fasikül fasikül raporlar yayınlayıp,
mantıksız ve kuralsız kararlar almışlardır.
Irak,
Suriye, Mısır, Libya, Filistin, Ukranya konularında siyaseten, demokratik
anlayıştan, insan hakları ve uluslar
arası sorumluluklar açısından duymadım – görmedim – bilmiyorum genelinde
tepkisiz, yanlı ve hatalı davranmıştır. Kendi ilke, kriter ve yasalarına aykırı
onlarca karara ve davranışa imza atmışlardır.
En
temel olarak tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden Mısır’da ki darbe,
Filistin ve Suriye’deki başta çocuklar olmak üzere sivil haklara uygulanan
insanlık dışı katliamlara gaddarca bir ikiyüzlülük ve tepkisizlik ile kendini
inkar eden tavırlarda bulunmuşlardır.
Ayrıca
hiçbir kritere, değere uymayan bir biçimde ikiyüzlülüğün daniskası bir biçimde
Güney Kıbrıs Rum kesimini Türkiye’ye rağmen üyeliğe alarak Kıbrıs sorununu
kendi içine çekmiş ve çözümsüzlüğü teşvik etmiştir.
Ama
bu yanlı, bu kendini inkar eden yanlışlar bir bumerang gibi yine kendilerine
dönmüştür. Avrupa ülkelerinde yaşanılan terör olayları, karşılanamayacak
düzeydeki göç dalgaları ve ekonomik çöküşler birlik bölgesini komple tehlikeli
bir arenaya çevirmiştir.
Avrupa’nın
bu ikiyüzlü, kibirli ve kendini inkar eden politikalarının en bariz örnekleri
ekonomik hayatta gözler önünde yaşanmaktadır.
Ekonomilerdeki
tüm makro bozuklukları hükümetlere bağlayan AB bunu engellemek için Hükümetlerin
yetkilerini kısıtlayan ve her şeyi düzeltecek ve krizleri önleyecek muhteşem
Maastricht kriterlerini oluşturarak, üye ülkelere dikte etmiştir. Bunu
sağlayamayanları Euro bölgesine almayan birlik bu sihirli kriterleri aşağıdaki
gibi belirlemiş;
Maastricht Kriterleri
Enflasyon oranları: Üye bir ülkenin enflasyon oranı, diğer üye ülkeler
arasında en düşük enflasyona sahip 3 ülkenin ortalamasından %1.5 fazla
olmamalıdır.
Kurlar: Üye ülkelerin ulusal
paraları belirlenmiş dalgalanma sınırları içinde kalmalı (%15) ve son iki yıl
içinde ulusal para birimi diğer üye ülke para birimleri karşısında devalüasyona
uğramamış olmalıdır.
Uzun Vadeli Faiz Oranları: Üye bir ülkenin faiz oranları fiyat istikrarı
bakımından en iyi üç üye ülkenin uzun vadeli faiz oranları ortalamasını %2
üzerinde aşamaz.
Ülke Borçlanması: Üye ülkelerin bütçe açıklarının GSYİH hâsılalarına
oranının %3'ü aşmaması, kamu borç stoklarının, GSYİH oranının %60'ı geçmemesi
zorunludur.
Maastricht kriterlerine üye ülkelerin uygun hareket edip etmedikleri
Avrupa Birliği Konseyi tarafından kontrol edilecektir.
Anayasal İktisat reformu, siyasal iktidarların ekonomi
üzerindeki takdiri ve keyfi müdahalelerini en aza indirmeyi amaçlamaktadır.
Anayasal İktisadın temel amacı mali ve parasal disiplini
tesis etmek, hükümetlerin seçim ekonomisi ve popülist politikalar
uygulamalarını engellemek, devletin sınırlandırılması ile bireylerin ekonomik
hak ve özgürlüklerini korumak ve güvence altına almaktır.
Bu ise ancak yasal
veya anayasal hükümlerle devletin faaliyetlerine sınırlar getirilerek
gerçekleştirilebilir.
Antlaşma bu şekilde, oluşturulacak olan AB’nin Anayasası
niteliği taşımaktadır.
Maastricht Antlaşması hükümlerini bir tür Parasal ve Mali
Anayasa olarak değerlendirmektedir. Maastricht Antlaşması’nı imzalayan ülkeler,
bu antlaşmada yer alan kurallara uymak zorundadırlar
Bu kurallarla, siyasal iktidarların ekonomi üzerindeki
yetkilerinin sınırlandırılması hedeflenmektedir. Üye ülkeler bu kriterlerle
kendi ekonomi yönetimlerine bir sınır koymaktadırlar.
Bir ülkenin parasal egemenlik hakkından vazgeçmesi, kamu
maliyesi ile ilgili bazı sonuçları da beraberinde getirebilir. Parasal enstrümanların olmaması
durumunda kamu maliyesi daha zor yönetilir bir nitelik kazanacaktır. Bu durumda,
parasal birliğe üye ülkelerden bazıları “aşırı” borçlanmaya
zorlanabilir veya sürdürülemez bir borçlanma politikasına kalkışabilir.
Üye ülkelerden birinde gerçekleşecek bütçe açıkları ve kamu
borçlanması, birliğin genel para politikasına olan güvenilirliğin (kredibilite)
kaybolmasına veya diğer ülkelerin “zor
durumdaki” ülkeyi “kurtarmak” zorunda kalmalarına yol açabilir.
Nitekim Avrupa Birliği tarafından 1989 yılında yayımlanan
“Delors Raporu” uluslarüstü bir kontrol bulunmadığı takdirde, bütçe açıklarının
parasal disiplini tehlikeye sokacağına dikkat çekerek, üye ülkelerin bütçe
açıklarına yönelik zorlayıcı kuralların kurumsal hale getirilmesi gerekliliğini
ortaya koymaktadır.
Bu nedenle bütçe açıkları ve kamu borçları Maastricht
Antlaşması ile Avrupa Para Birliğinin dönüşüm kriterlerinden biri olarak kabul
edilmiştir ve üye ülkelerin “aşırı” bütçe açıklarından kaçınması, antlaşmanın
bir yükümlülüğü haline getirilmiştir. Bununla birlikte, ayrıca kamu borçlarının Avrupa Merkez
Bankası veya Ulusal Merkez Bankaları tarafından monetize edilmesi veya diğer
ülkeler tarafından üstlenilmesini yasaklayan bir madde de antlaşmaya
eklenmiştir.
Avrupa Birliği’ne üye olan bir ülkenin Konsey kararlarını
yerine getirmemesi durumunda Bakanlar Konseyi bazı yaptırımlardan bir ya da
birden fazlasına başvurabilir. Maastricht Antlaşması’nda yer alan bu
yaptırımlar şunlardır (Maastricht Antlaşması, Madde-104):
* Üye ülkelerin borçlanmaya gitmeden (Hazine Bonosu veya
Devlet Tahvili çıkarmadan önce) Bakanlar Konseyinin istediği bazı bilgileri
açıklaması istenebilir,
* Avrupa Yatırım Bankası’nın üye ülkeye vereceği borçlarla
ilgili politikasını gözden geçirmesi istenebilir,
* Üye ülkeden aşırı bütçe açığının giderildiği tarihe kadar
saklanacak ve faiz ödenmeyecek bir miktar parayı topluluğa yatırması talep
edilebilir,
* Üye ülkeye GSMH’nın %0,25’ini aşmayacak bir oranda para
cezası kesilebilir.
Görüldüğü
gibi kağıt üzerinde mükemmel görünen bu kriterler gelecekteki muhtemel kriz
nedenlerini de tahmin ederek gerekli tedbirleri almaktadır. (altı çizili
bölümlerde anlatılan aşırı borçlanma vb)
Ama
gel gör ki kazın ayağı öyle olmamış ve son olarak Yunanistan iflas etmiştir.
Hem de öngörülen bir nedenle, tedbir alınmış bir kriterden. AŞIRI/SÜRDÜRÜLEMEZ BORÇLANMA.
Göz
göre göre gelen bu iflasın işaretleri daha ilk Euro bölgesi oluşurken de
mevcuttu. Borçlanma oranları en kötü ülkelerden biri Yunanistan’mış ve
devamında bu bozularak SÜRDÜRÜLEMEZ bir hale gelmiş.
Hiçbir
kriter, tedbir, kurum bunu görmemiş, görse de engellememiş. Her şey kâğıt
üzerinde kalmış ve bir ülke bu kadere yılları bulan uzun bir sürede yürümüş.
Sonuç ortada. Cefalı yılları bekleyen bir ülkede yük ve acı milletin omuzlarına
bırakılmış.
Bu
yıkımın sonucu ortaya çıkan siyasal akımın geçici bir rahatlaması kısa sürede
gerçeklerin acı ve elem dolu yüzü ile değişmiş. Toy ve cevval iktidar birkaç
ayda yelkenleri suya indirmiş ve sorunun basit mahalle kabadayılığı ile
çözülemeyeceğini görerek topu referandum ile millete atmıştır. Millete ya kendi
göbeğini kendi kes ya da ben bırakıp gideceği demiş.
Bu
kadar saçmalığa, bu kadar hataya, bu kadar beceriksizliğe rağmen hiçbir Avrupa
Kurumu, yetkilisi ve/veya bu işin öncüsü ülke lideri sorumluluğu üstüne almamış
ve hesap verip bedel ödememişlerdir. En basiti bu kadar açık bir şekilde ihlal
edilen Maastricht kriterleri konusunda kim takip etmemiş, kim engelleyici
tedbirler almamış kim bu İFLAS’a göz yummuştur belli değil.
Hele
ki o kadar bariz çiğnenen birlik siyasal ilkeleri, demokrasi ve insan hakları
ihlalleri gibi konuların sorumluluğu hiç gündemlerinde yok. Halbuki bu sırada
ne canlar yok oluyor, ne düzenler, ne
ülkeler yıkılıyor kimsenin umurunda değil.
Varsa
yoksa ikiyüzlü davrandıkları Türkiye….. Türkiye ise bunları UTANDIRACAK biçimde
mültecileri çok büyük siyasi ve ekonomik risklere/yüklere rağmen kucaklamakta,
krizler için kendini öne atarak çözüm ve öneriler sunmakta ve meşhur Maastricht
kriterlerini çoğunlukla tutturmaktadır.
Maastricht Kriterleri konusunda yararlanılan makale:
Ayşe GÜNAY∗ - Ahmet ÖZEN* - Avrupa Birliği’nde Mali
Disiplinin Sağlanmasına Yönelik Maastricht Kriterlerinin Anayasal İktisat
Perspektifinden Değerlendirilmesi/ Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi Cilt 4, Sayı:2, 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder