26 Aralık 2015

İşgal Değil İHYA, Yağma Değil FETİH

Star Gazetesi, “Necip Fazıl Ödülleri” dağıtım törenine katılarak bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, temelinde sevgi, ilim, irfan, fikir, vicdan ve merhamet olmayan devletlerin fiziki gücü ne kadar fazla olursa olsun büyük devlet sayılamayacağını vurgulayarak, “Tarih, belli bir dönem zulümle, kanla, savaşla geniş topraklar işgal etmiş, ancak kısa zaman sonra saman alevi gibi sönmüş bir devletler kabristanıdır. Çünkü zulüm payidar olmaz. Bizi, tarihteki diğer devletlerden, diğer medeniyetlerden ayıran asıl fark işte budur” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Star Gazetesi tarafından bu yıl 2’ncisi düzenlenen Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri’nin sahiplerine verildiği ödül törenine katıldı. Necip Fazıl Kısakürek’in kültürel ve manevi mirasını yaşatmak amacıyla düzenlenen ödüllerin sahiplerini bulduğu geceye, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte eşi Emine Erdoğan, bazı bakanlar, mülki idare ve yerel yöneticilerin yanı sıra bilim kültür, sanat ve edebiyat çevrelerinden sanatçılar ile çok sayıda davetli katıldı.

Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen törende; Şiir Ödülü’nü Şair Cevdet Karal, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın; Tercüme Ödülü’nü Senail Özkan, Kültür Bakanı Mahir Ünal’ın; Fikir Araştırma Ödülü’nü İlhan Kutluer, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un; Hikaye Ödülü’nü Sibel Eraslan, Emine Erdoğan’ın; Saygı Ödülünü ise Rasim Özdenören, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teklifi ile Yazar Nuri Pakdil’in elinden aldı. Ödül sahiplerinin kısa konuşmalarla duygu ve düşüncelerini aktardığı törende, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir konuşma yaptı.

“Necip Fazıl Ödülleri, Ülkemizin Fikir, Sanat Ve Edebiyat Hayatındaki Hüner Sahiplerini Tanıtıyor”

Necip Fazıl Kısakürek’i rahmetle yâd ederek ve onun adına düzenlenen ödüllerin yayın, edebiyat ve fikir dünyamız için hayırlara vesile olmasını dileyerek konuşmasına başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Necip Fazıl’ın hatırasına sahip çıkan Star Medya Grubu’na, sahiplerine ve yöneticilerine, ödül jürisinde yer alan sanatçı ve akademisyenlere de teşekkür etti.

Ehli hünerin kadrini bilmek de büyük bir hünerdir’ sözünü aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Hüner sahibi olmak, iyi bir yazar, ufuk açan bir fikir adamı, seçkin bir sanatçı, büyük bir zanaatkâr olmak gerçekten önemlidir, bu vasıflar başlı başına bir değerdir. Ama işte bunun kadar önemli olan bir husus da, bu hünerin kıymetini idrak etmek, onların eserlerine hak ettiği değeri verebilmektir. Ben, Necip Fazıl Ödülleri’nin, ülkemizin fikir, sanat ve edebiyat hayatındaki hüner sahiplerinin tanınmasına, taltif edilmesine, kıymetlerinin anlaşılmasına vesile olduğuna inanıyorum” diye konuştu.

“Medeniyetimiz; Bir Söz Ve Yazı Medeniyetidir”

Medeniyetimizin, aslında bir söz ve yazı medeniyeti olduğunu belirten ve tarih boyunca kurduğumuz büyük devletlerin arkasında, akil devlet adamları ve basiretli siyasetçiler kadar, mütefekkirlerin ve âlimlerin olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizim tarihimizde büyük devlet adamlarıyla gönül dünyamızın manevi önderleri, her biri bizim için adeta kutup yıldızı olan arifler hep yan yana, omuz omuza olmuşlardır” dedi ve şunları ekledi: “Şöyle tarihimize bir göz atalım. Büyük Selçuklu'nun inşasında Alparslan’ın cesareti, Melikşah’ın kabiliyetinin yanında Nizamülmülk’ün adaletini, dirayetini de görürsünüz. Anadolu Selçukluları, Süleyman Şah’ın, Kılıçaslan’ın kahramanlıklarının yanında Mevlana Celalettin Rumi’nin aşkının, vecdinin de eseridir. Osmanlı çınarı, Osman Gazi’nin Orhan Gazi’nin Fatih’in, Yavuz’un Kanuni’nin siyasi dehasıyla beraber, Şeyh Edebali’nin, Yunus Emre’nin, Akşemseddin’in, Hacı Bektaş Veli’nin hikmet pınarından da sulanmıştır. Büyük devletler, toprakları geniş, orduları kalabalık, hazinesi zengin olduğu için büyük değillerdir. Bunların hepsi de gelip geçicidir. Büyük devletler asıl, ilme, bilgiye, edebiyata, sanata, şiire, mimariye, fikir hayatına yaptıkları katkılarla bu sıfatı kazanırlar.”

23 Aralık 2015

Ara Güler ve Cumhurbaşkanımızın Muhabbeti Hakkında....


Ara Güler çok cesurca bir iş yapmıştır. Davranışı erdemli, insani, akla uygun ve vicdani olarak sorumluluk taşıyan bir noktadadır. Öncelikle kendisini de kendilerinden bilenlerce oluşturulmuş olan kin, şer ve linç cephesine karşı Don Kişot'ça bir tavır sergileyerek, her türlü saldırıya açık hedef yapmıştır kendini.

Bu davranışı ile bir kez daha bu cephe için turnusol kağıdı fonksiyonu görerek; Onların demokratlığını, medeniliğini, samimiyetini, akıl melekelerini ve nefret sınırlarını belli etmiştir. En önemlisi oluşturdukları en uç noktadaki faşizan hallerini bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştır.

Bu davranışı, medeni ve demokratik topluluklarda normal bir konu iken kendi cephesinde bu şekilde karşılanması üstünde önemle durulması ve açık gerçeklerle yüzleşilmesi açısında mühimdir. Bu şekilde yapılan kaba, gayri ahlaki ve insani bir linç çabası ilk değil ancak sonuncularından olma ihtimalini de taşımaktadır.

Bu kampanyaların öncülerinden olan Cumhuriyet gazetesi çok ileri gidildiğini ve bazı sınırların Nefret zehrine yenik düşülerek aşıldığını kabul ederek ARA GÜLER'DEN AÇIK ÖZÜR DİLEDİ.

Bu önemli bir noktadır. En azından bu hadsizliğin, ölçüsüzlüğün, gayri ahlaksızlığın ve mantıksızlığın da bir durma noktası olduğunun göstergesidir.

Resimleri incelediğimizde ilk dikkatimizi çeken Kitaplar ve kütüphane olmuştur. Gerek Cumhurbaşkanın gerekse torunlarının kitaplarla samimi pozlar vermesi mesajları açısından çok makbuldür. Ayrıca resimlerde öne çıkan diğer bir konu samimiyet ve sıcaklık olmuştur.

Bu çalışmadan ötürü Ara Güler'e ve Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı sunmak boynumuzun borcudur. Resimlerde bizden olan her şey vardır. Bu resimler bizlere umut, huzur ve güven vermektedir, gelecek güzel günler için. Tebrikler....






22 Aralık 2015

Bu TARİHİ Bir ÖZÜR olabilir

Bu özür çok önemlidir. Önemi  özür dileyenden ötürü değil, ÖZRÜN kendi niteliğinden dolayıdır. Son yıllarda genişleyen ve kemikleşen;  Akıl, Vicdan ve İnsanı olarak iyi olan her ne varsa hepsine karşı davranışlar içinde  bir iklimde yaşayan, kör,sağır, duygusuz, mantıksız bir cephe var. Bu cephe kendi yalanlarına, kendi inançlarına, kendi düşmanlarına odaklaşmış ve bunlar için kendince FAYDALI, AMACA GÖTÜRÜCÜ ve KARŞI DEDİĞİNE ZARAR verici her türlü şeyi sorgusuz sualsiz kabullenmekte, desteklemekte ve uygulamaktadır.

Bırakın yanlışlarını, hatalarını, eksiklerini kabullenmeyi, en yakın dostlarını, düşüncedaşlarını bile aksi bir ses çıkardıklarında veya kazara karşı cepheden bildikleri ile insani basit münasebetlerde bile bulunmalarını AFFEDİLMEZ bir HATA olarak görüp, tüm gayri insani ve akli tepkiler ile onları LİNÇ etmektedirler.

Demokratik, medeni, batıcı, akılcı ve daha onlarca farklı biçimde kendilerini tanımlayan bu kesimlerde anlatılmayacak katılıkta bir Mahalle baskısı, faşizmin yeniden tanımlanmasına yol açacak sertlikte uygulamalar kimseyi şaşırtmaz hale getirmiş durumda.

Özellikle Sanat, bilim, eğitim Meslek birlikleri ve medya sektöründe hakim olan bu bağnaz hava tüm bileşenlerini sorgusuz sualsiz esir almış durumda. Her ne kadar düşüncenin ve özgür iradenin açıkça gasp edilmesi, faşistçe bastırılması olarak ironik bir resim çizse de, duyulan nefretin yüksek dozdaki zehirleyici etkisi ile yaşanılan akıl tutulması bu saçmalığı sorgulanamaz bir hale getiriyor.

İşte bu özür bu noktada bir dönüm noktasıdır. En azından bu zehirli, uyuşturan ve tüm benliği esir eden uykudan bir uyanış, bir fark ediş ve bir rahatsızlık duyulması açısından önemlidir. Eğer ki samimi olarak okunup, değerlendirilebilirse en azında akıl ve vicdanın geri dönebilmesi adına bir imkan vardır demek.

Özür metninde kısaca, “doğal ve insanı bir davranışı için dünyaca ünlü bir sanatçımızı haksız ve eleştirel bir üslupla haber ederek, kendimizin bile şikayetçi olduğu KAMPLAŞMA BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ TUZAĞINA, ZAAFINA ne yazık ki biz de düştük.” Denilerek bir TUZAĞA düşülmesi ve ZAAFLARA yenik düşülmesi farkındalığı ifade ediliyor.

19 Aralık 2015

Köprü Kurmak: Yavuz Sultan Selim Köprüsü

Köprü BAĞ demektir. Köprü kurmak zor ve meşakkatlidir. İrade ister, güç ister ve en önemlisi sabır ister. Köprü kurmak isteği, ekseriyetle karşısında, Köprü yıkmak isteğini de bulur. İki isteğin çatışması güç mücadelesidir aslında. Gücü aklı ile kullanan bu mücadeleyi kazanır daima.

Köprü taş ile demir ile çimento ile kurulmaz. Köprü öncelikle zihinlerde kurulur, sonra akıl süzgecinden geçer ve gönül dergahında harmanlanıp cenk için dünya aleme duyurulur. Burada rüştünü ispat ettikten sonra başlar inşaat ağır ağır emin adımlarla.

Köprü medeniyettir. Köprü iletişimdir. Köprü Can damarıdır. Köprü bir olmaktır. Köprü birbirine bağlanmaktır. Köprü ileriye bir adımdır. Köprü karşıları kavuşturandır.

Ayrılıklarda, kopuşlarda, kavgalarda son hamledir köprüleri atmak, köprüleri yıkmak. Savaşlarda ise ilk hamledir köprüleri havaya uçurmak.

Köprü yapanlar, köprü kuranlar ile yıkanları, atanları bu gözle incelemeli değerlendirmeliyiz.

12 Aralık 2015

Ey Ölüm Meleği! Acele Et Ve Ruhumu Al Ki Artık Cennete Yemek Yiyeyim

Zenginlik! Güç! Savaş! G20! Petrol! Enerji Koridoru! Birleşmiş Milletler! Medeniyet! Paylaşım! Lüks! Ultra Lüks! Son Model! Diyet! Diplomasi! Başarı! Satranç! Soğuk Savaş! Sıcak Savaş! Etki Alanı! Erken Rezervasyon! Barış! Anlaşma! Gelecek! Basın Özgürlüğü! Politika! Avrupa Birliği! Mülteci! Kota! Duvar! Ege Denizi! Bot! Ve daha nice anlamsız kelime yan yana……

Bu zaman da bir çocuğa böyle acılar yaşatan ve böyle Vasiyetler yazdıran bir dünya kadar vicdansız, acımasız ve gaddar bir dünya yazıya dökülemez, izaha gelmez.

Sadece tüylerimiz diken diken olurken, içimiz eriyip gider…. Bir çocuğa ömrünün baharında böyle bir yaşamı hangi medeniyet, hangi çıkar, hangi paylaşım, hangi güç savaşı haklı kılar.

Bir çocuk ki, kısacık yaşamında neler görmüş ki bir vasiyet yazma gücüne erişmiş ve bizleri bu dünyada zindanlara atmıştır. İşte o haber:

Suriyeli küçük bir kızın yazdığı vasiyet mektubu, vicdanların nasırlaştığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran Suriyeli kız, çizdiği resimle tabutun içinde kendini tasvir ederken, ailesine yazdığı vasiyette,


"Bu benim vasiyetimdir. Canım annecim! Senden benim güzel gülüşlerimi hatırlamanı ve yatağımı olduğu gibi bırakmanı istiyorum. Ve sen ablacığım! Arkadaşlarıma de ki: 'O açlıktan öldü...' Ve sen abiciğim! Üzülme; ama, ikimiz birlikte, 'Biz açız!..' dediğimizi hatırla. Ey Ölüm meleği! Acele et ve ruhumu al ki artık cennete yemek yiyeyim. Ben çok açım. Ve ey ailem! Benim için korkmayın. Ben sizin yerinize de cennete yiyebildiğim kadar çok yiyeceğim"  diyerek, okuyanların yüreklerini parçaladı.

Allah'ım (c.c) sen bizleri affet ve bu sabilere yardım et

8 Aralık 2015

Montrö Tuzağı ve Düşürülen Rus Uçağı

2015 yılı Kasım ayının son haftası tarihi bir an olarak yerini çoktan aldı. Şu an içinden geçsekte, bu anı tam olarak idrak edemesek de, gelecekte bugünlere bakanlar bolca ve önemle bu günleri önemle yad edeceklerdir.

G20 2015 Antalya zirvesi etrafında şekil alan bu günlerde, önce Fransa'nın Başkentindeki terör saldırısı ve ülke Cumhurbaşkanının G20 zirvesine katılamaması ele alınıp, sonrasında zirve ve zirvenin arka planında alınan kararlar ve hemen akabinde Suriye sınırımızda Rus Jetini düşürmemiz olaylar zincirini anlamlı bir biçimde birbirine bağlayacaktır.

Tüm bu olaylar ve bu sırada gözden kaçırdıklarımız gelecekte olacaklar konusunda fazlası ile belirleyici ve tarihi değeri olan olaylar olarak anlatılacaktır.

Şimdiden bu konuda pek çok teori ortaya atılmakla beraber, bilinen en açık gerçek konu Suriye üzerinden son şekli verilen Ortadoğu coğrafyasının paylaşım kavgası olduğu gerçeğidir.

Bizi ilgilendiren en önemli yanı (Sınır komşuluğu ve akrabalık ilişkileri harici) bu paylaşımda söz sahibi olma ve kendi politikalarımızı masaya koyma iddiamızdır. Yüzyıl önceki ilk kavgada kendi derdimize düşmüş, eli kolu bağlı, kör sağır ve dilsiz bir durumdaydık.

Türkiye Jet düşürme olayında her açıdan haklı argümanlara sahip ve doğru bir tepki ile tavrını koyma pozisyonundadır. Saygısızlığa, hukuksuzluğa ve hadsizliğe, kendini bilen, gücüne ve imkanlarına güvenen bir ülke olarak tepkisini ölçüsü ile koymuştur. Rus tarafı için geçmişte benzer bir durum olmadığından öz güvenleri ve saygınlıkları zarar görmüş, bu şaşkınlık ve kızgınlıkla ölçüsüz ve mantıksız tepkiler ile debelenmeye başlamışlardır. Zamanın soğutucu ve unutturucu etkisi ile konu gündemden zamanla düşecek ancak etkileri yıllar boyu hissedilecektir.

O günlerin harareti içinde gözümüze takılan ancak gündemde yeterince konuşulmayan bir konu, bizce sinsice bir planın parçasıymışçasına kamuoyuna üflenmeye başlandı. Hürriyet gazetesinde ilk rast geldiğimiz bu manşette, çeşitli bilmediğimiz uzmanlarca "Montrö Anlaşması" ve "Boğazlardan Geçiş" gündeme getirilip, bu konuda ülkemize akıllar verilmeye başlanmıştır. Bahaneleri bile verilen habere göre Boğazları Rus gemilerine kapatarak onlara çok sıkı bir karşılık verebilirmişiz!

4 Aralık 2015

Gül Yetiştiren Adam Yunus Emre'ye Dair bir Söyleşi, Rasim Özdenören ile

2015 Yılında T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan; “İçinde yaşadığımız yüzyılın bir Türkiye Yüzyılı olacağına kani olmak istiyorum.” sözleriyle de geleceğe olan ümidini belirten Rasim Özdenören ile Yunus Emre’nin şahsiyeti ve Enstitümüz üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Türk dilinin kurucu mimarından olan Yunus Emre kimdir? Sizin Yunus Emre’nizden
kısaca bahseder misiniz?

Yunus Emre senin de ifade ettiğin gibi, Türkçenin kurucu dehalarından birisi. Yunus Emre bu dili, Türkçeyi öylesine doğal bir tarzda ifade etmiş ki söylediği her mısra bizde bir karşılık buluyor. Her bir mısrası ayrı bir hikmet yumağı olarak karşımıza çıkıyor. Bu mısraların tamamı interaktif olarak birbirleriyle bağlantılı... İnsan şaşırmadan edemiyor. Bunca hikmetli cümle arkası arkasına nasıl sadır oluyor? Bunları Yunus Emre söylememiş, bu sözler ona söyletilmiş.

Sizin Yunus Emre’niz?

Benim Yunus Emre’m bu sözlerin sahibi olan kişi... Yaşadığı günden bugüne doğru baktığımızda şiirleri, sözleri ve onun kendine has mesajının layıkıyla anlaşılabildiğini
Söyleyebilir miyiz? Şimdi, Yunus Emre gibi hikmet sahibi kişilerin sözleri, her dönemde yeniden yorumlanmaya, o dönemin paradigmasına göre yeniden algılanmaya müsait mesajlar taşır. Dolayısıyla bizim Yunus Emre’miz bütün zamanları kapsayan bir Yunus Emre’dir. Gelecekte de daha farklı anlayışlara yol verecektir. Her dönem kendi Yunus’unu üretir. Bizim Yunus Emre’miz ilerde kıyamet gününde son noktayı koyacağımız ana kadar kendini yeniden söyleyen bir
Yunus Emre’dir.

Örnek olması açısından sormak istiyorum. “Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü” mısrası, kendine has manasını, ilerleyen yıllarda kendini daha rahat yorumlayacak yeni insanlarla ifşa edecek diyebilir miyiz?

Şimdi bir pozitivist, ampirist Yunus Emre’nin bu mısralarını nasıl anlar? Ona göre bir adamın erik dalına çıkıp üzüm yemesi, aşağıdan birinin kendisine üzüm uzatmasıyla mümkün olabilir. Ya da erik dalına çıkarken cebine üzüm koyarak çıkmış ve erik dalında da onu yemektedir. Bir pozitivist bunu böyle yorumlar.

2 Aralık 2015

Putin'in Tek Taraflı Rus Ruleti Oyunu

Eğer bazı iddialar gibi ABD ile Rusya arasında planlı bir oyunun parçası olarak sahnelenmiyorsa, son yıllarda Putin tarafından uygulanan çok riskli bir oyun oynanmakta.

Geçmişi eskilere 10 yıllara dayanan Rusya'nın yeniden ayağa kalmasını ve güç odağı olmasını amaçlayan politikalar belli bir oranda amacına ulaştı. Ancak bu başarıda Putin'in keskin ve saldırgan politikaları kadar muhataplarının pasifliği ve çekimserliği de epey katkıda bulundu.

Konjoktürel bir şans mı yoksa bir politikanın sonucu mudur bilinmez o dönemlerde beklenilmedik bir biçimde artan petrol fiyatları Rusya'ya inanılmaz bir katma değer ve sermaye sağladı. 2000'li yıllarda varili ortalama 25$ olan ham petrol 10 yıl içinde 100$ aşarak yıllık 150 Milyar $'ı aşan bir gelir yarattı Rus ekonomisine.

Bu artı dolarlar,  yeni yatırımlara, artan refaha ve eski öz güvenine kavuşmalarına yol açtı. Bu pozitif etkiler yanında eski kötü huylarında zamanla devşirmesine şahit olduk. Hiç bir uluslararası işbirliğine yanaşmayan, bildiğini okuyan saldırgan bir hal aldılar. Bunun en bariz örnekleri Gürcistan ve Ukrayna’ya yapılan askeri müdahaleler.

Dünyanın ve muhataplarının sessizliği ve işe yaramayan kıytırık yaptırımları öz güvenlerinin tavan yapmasına ve saldırganlıklarının sınır tanımaz hale gelmesine yol açtı.

Diplomasi, ikili iyi ilişkiler, karşılıklı saygı ve güven gibi kavramlar onlar için kağıt üzerinde anlamsız kavramlar olarak kaldı. Bu kafa ile Suriye'ye daldılar.

Aynı saygısızlığı, kuralsızlığı ve ihlalleri Türkiye sınırında sürdürme hatasına düştüler. Türkiye diplomasi, ikili dostluk, askeri nizam içinde ilk olan ve sonrasında onlarca kez tekrarlayan tüm olumsuz davranışları sineye çekip izahat dinledi. Baktı ki ne sözün hükmü var, ne diplomasinin uyarılarını ve kurallarını sertleştirip tüm dünyaya deklare etti.