23 Kasım 2016
17 Kasım 2016
11 Kasım 2016
Ali Koç Nereye Koşuyor?
Bazen bazı şeyler hayatın rutini içinde sırıtır,
taşlar tam olarak yerine oturmaz. Böyle durumlarda eğer ki bu şey rutini
etkilemiyorsa üstüne düşülmez ancak aklın kuytularında durur.
Öyle bir an gelir ki bu anlam bulamayan, yerine
oturmayan şeyler bir anda tamamlanan bütünün en kilit elemanı/anı olur. Bu
noktaya gelmek için ise muhakak ki bütünün anlamlı hal almasını beklemek
gerekir. Eğer ki önden tahminde bulunmak isteniyorsa ya çok güçlü bir muhakeme
yeteneği ya da kahinlik derecesinde tahmin yeteneği gerekir.
Kahinlik normal insan limitleri içinde olmayacak bir
imkan olduğundan, çoğunlukla muhakeme yeteneği ile değerlendirmeler sık
yapılandır.
Muhakeme içinse en önemli dayanak tecrübelerdir.
Muhakeme ayaklarını ve değerlerini geçmişin anlamlı bölgelerine yerleştirirse
isabetli sonuçlara erişebilir. Aksi şansa kalmış denemelerdir.
Bunun en güzel örneği son olarak ABD seçimlerinde
yaşandı. Zaten bu yazıya neden olan düşünce fırtınası da bu seçim sonrası
tetiklendi.
Bilindiği üzere yaklaşık iki yıla yakın süren seçim
öncesi ve sonrası gelişmelerde dünya çapında bir algı çalışması yapıldı. Sanki
dünya başkanı seçiliyormuşcasına bizlere de ABD'de olduğu gibi Clintion
güzellendi, TRUMP ise ötelendi. Neredeyse 08/11/2016 günü erkenden kalkıp oy
kullanmaya gidecek hale gelmiştik.
Seçim öncesi, seçim sırasında ve seçimin hemen
sonrasında kazanması gereken, kazanmaya layık, kazanan ve en son bi mazbatasını
almadığı kalan Clinton doğal winner oldu. Trump'ın bu seçimde olması ise başlı
başına ABSÜRD bir şeydi.
İşte bu ABSÜRD olma durumu bizim dikkatimizi çekendi.
Başta tanımlamaya çalıştığımız durum işte çoğunluk ile bir tür ABSÜRD olma
durumları idi.
9 Kasım 2016
ABD Seçimlerinde de Millet mi kazanacak?
ABD'de tarihe geçecek bir başkanlık seçimi
sonuçlanıyor. Aşırı tarafgil ve aşırı kayırmacı bir destek ile aynı aşırılıkta
bir öteleme ve kabullenmeme arasında bir seçim oldu.
Seçimi yapacak olanı baskı altına alan ve seçimi
anlamsızlaştıran bir kampanya yürütüldü. Neredeyse "seçime ne gerek var,
başkan belli" noktasına gelen demokrasi masalının saçmalıklar kraliçesi
yaşandı.
Sözde ülkenin önde gelenleri, elitistleri, akademisyenleri,
ekonomistleri, anket sahipleri, kendi sanatçıları, kendi sporcuları, kendi
televizyoncuları, kendi gazetecileri, hatta Cumhuriyetçi partinin sözde önde
gelenleri ile diğer ülkelerdeki benzer kendini beğenmişler ve her şeye muktedir
olduğunu düşünenler bir Başkanı seçimsiz koltuğuna oturtmadıkları kalmıştı.
Hepsinin "Ne gerek var bu seçime!" demedikleri kalmıştı.
Tabii ki bizim açımızdan doğrudan bu seçimle bir
alakamız yok. Ama seçim ahlakı, seçim kültürü ve demokrasinin gerçek manası ile
yaşanması açısından bu seçim tam da bizlerin ilgi alanının odağındaydı.
Bizlere Trump ile Clinton hakkında ulaşan ve gözümüze
sokulan özellikleri açısından Trump'tan nefret etmemize, Clinton'a ise sevgi
beslememiz gerekmekteydi. Ama bir türlü o gözle bakamadık. Bir türlü özellikle
de Clinton'a sevgi duyamadık. Trump'a sevgi duymasakta sempati duymaya
başladık. Bizim açımızdan desteği hak eden ve desteğe değecek olan Trump'tı.
Bunun iki neden vardı. Birincisi Trump öteleniyor ve
sistemin hakimlerince toptan bir destekle sistemden uzak tutulmaya
çalışılıyordu. Hele ki kendi partisinin kodamanlarının bile ona karşı durması
bizleri hepten kıllandırmıştı. Demek ki bu seçimin gerçek bir seçim olması için
gerçek bir adayın ve gerçekten farklı bir alternatifin bulunması Trump ile
mümkün olacaktı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)