11 Kasım 2016

Ali Koç Nereye Koşuyor?

Bazen bazı şeyler hayatın rutini içinde sırıtır, taşlar tam olarak yerine oturmaz. Böyle durumlarda eğer ki bu şey rutini etkilemiyorsa üstüne düşülmez ancak aklın kuytularında durur.

Öyle bir an gelir ki bu anlam bulamayan, yerine oturmayan şeyler bir anda tamamlanan bütünün en kilit elemanı/anı olur. Bu noktaya gelmek için ise muhakak ki bütünün anlamlı hal almasını beklemek gerekir. Eğer ki önden tahminde bulunmak isteniyorsa ya çok güçlü bir muhakeme yeteneği ya da kahinlik derecesinde tahmin yeteneği gerekir.

Kahinlik normal insan limitleri içinde olmayacak bir imkan olduğundan, çoğunlukla muhakeme yeteneği ile değerlendirmeler sık yapılandır.

Muhakeme içinse en önemli dayanak tecrübelerdir. Muhakeme ayaklarını ve değerlerini geçmişin anlamlı bölgelerine yerleştirirse isabetli sonuçlara erişebilir. Aksi şansa kalmış denemelerdir.

Bunun en güzel örneği son olarak ABD seçimlerinde yaşandı. Zaten bu yazıya neden olan düşünce fırtınası da bu seçim sonrası tetiklendi.

Bilindiği üzere yaklaşık iki yıla yakın süren seçim öncesi ve sonrası gelişmelerde dünya çapında bir algı çalışması yapıldı. Sanki dünya başkanı seçiliyormuşcasına bizlere de ABD'de olduğu gibi Clintion güzellendi, TRUMP ise ötelendi. Neredeyse 08/11/2016 günü erkenden kalkıp oy kullanmaya gidecek hale gelmiştik.

Seçim öncesi, seçim sırasında ve seçimin hemen sonrasında kazanması gereken, kazanmaya layık, kazanan ve en son bi mazbatasını almadığı kalan Clinton doğal winner oldu. Trump'ın bu seçimde olması ise başlı başına ABSÜRD bir şeydi.

İşte bu ABSÜRD olma durumu bizim dikkatimizi çekendi. Başta tanımlamaya çalıştığımız durum işte çoğunluk ile bir tür ABSÜRD olma durumları idi.

Türkiye Türkiye'den Büyüktür


9 Kasım 2016

ABD Seçimlerinde de Millet mi kazanacak?

ABD'de tarihe geçecek bir başkanlık seçimi sonuçlanıyor. Aşırı tarafgil ve aşırı kayırmacı bir destek ile aynı aşırılıkta bir öteleme ve kabullenmeme arasında bir seçim oldu.

Seçimi yapacak olanı baskı altına alan ve seçimi anlamsızlaştıran bir kampanya yürütüldü. Neredeyse "seçime ne gerek var, başkan belli" noktasına gelen demokrasi masalının saçmalıklar kraliçesi yaşandı.

Sözde ülkenin önde gelenleri, elitistleri, akademisyenleri, ekonomistleri, anket sahipleri, kendi sanatçıları, kendi sporcuları, kendi televizyoncuları, kendi gazetecileri, hatta Cumhuriyetçi partinin sözde önde gelenleri ile diğer ülkelerdeki benzer kendini beğenmişler ve her şeye muktedir olduğunu düşünenler bir Başkanı seçimsiz koltuğuna oturtmadıkları kalmıştı. Hepsinin "Ne gerek var bu seçime!" demedikleri kalmıştı.

Tabii ki bizim açımızdan doğrudan bu seçimle bir alakamız yok. Ama seçim ahlakı, seçim kültürü ve demokrasinin gerçek manası ile yaşanması açısından bu seçim tam da bizlerin ilgi alanının odağındaydı.

Bizlere Trump ile Clinton hakkında ulaşan ve gözümüze sokulan özellikleri açısından Trump'tan nefret etmemize, Clinton'a ise sevgi beslememiz gerekmekteydi. Ama bir türlü o gözle bakamadık. Bir türlü özellikle de Clinton'a sevgi duyamadık. Trump'a sevgi duymasakta sempati duymaya başladık. Bizim açımızdan desteği hak eden ve desteğe değecek olan Trump'tı.

Bunun iki neden vardı. Birincisi Trump öteleniyor ve sistemin hakimlerince toptan bir destekle sistemden uzak tutulmaya çalışılıyordu. Hele ki kendi partisinin kodamanlarının bile ona karşı durması bizleri hepten kıllandırmıştı. Demek ki bu seçimin gerçek bir seçim olması için gerçek bir adayın ve gerçekten farklı bir alternatifin bulunması Trump ile mümkün olacaktı.