28 Ocak 2016

Benum YAKUŞUKLU Soyguncum

Danimarka Meclisi, sığınmacıların ziynet eşyaları ve paralarına el konulmasını öngören bir yasa tasarısı kabul etti.

Ölümden, yokluktan, savaştan kaçan sahipsiz Mültecileri SOYMAK İÇİN YASA çıkarmışlar! Sömürge ile, savaşlar ile dolaylı yoldan soydukları kafi gelmemiş olacak ki, Ölüm dalgaları aşıp kıyılarına varabilen mazlumların son kalan varlıklarını da yasal bir biçimde soymaya niyetlenmişler.

Ne kadar demokratik! Ne kadar insani! Ne kadar Batılı! Ne kadar Birleşmiş Milletler bilmem ne bir şeylerine uygun. Bu kadar yasal ve uluslar arası hukuka uymasalar başlarına hemen bitiverir AKADEMİK vicdanlar. Alim Allah iyi ki böyle bir yasa çıkarmışlar.

İktidardaki merkez sağ Danimarka Liberal (Şu dünya da hangi kavram doğru kullanıldı ki bu Liberal kavramı da doğru kullanılsın. Böyle demokrasi, böyle insan hakları tarifene böyle bir Liberal parti gitmezde ne gider sanki!) Partisi (Venstre) tarafından hazırlanan tasarıya göç ve yabancı karşıtı politikalar izleyen Danimarka Halk Partisi (DDP) destek verdi. Tasarı 81 evet, 27 hayır oyu ve bir e çekimser oy ile yasallaştı.

Yasayla beraber, sığınmacıların 10 bin krondan (4 bin 400 lira), fazla (ne kadar da fazla paraları olur amma!) nakit parasına el konulacak. Ayrıca, toplam değeri 10 bin kronu geçen mücevher, saat, bilgisayar ve telefon gibi eşyalar da sığınmacılardan alınacak.

Nişan, evlilik yüzükleri ile manevi değeri bulunan mücevherler ise kapsam dışında olacak. (Şu gözünü sevdiğimin şefkat dolu, insanlık dolu, hukuğa uygun soygun yapan medeni devletine bakar mısınız? Nasıl da ince düşünceli ve vicdan dolu ve tok gözlüler. Yani O KADAR DA DÜŞMEMİŞLER BRAVO BU NOKTADA!)

Sığınmacıların çantası aranacak, ziynet eşyaları satılacak

Bu eşyalar açık artırma ile satılarak sığınmacıların kalış, eğitim ve sağlık masraflarını karşılamada kullanılacak. Sığınmacılar yanlarında ne kadar para olduğunu söylemek zorunda bırakılırken, polise de sığınma başvurusu yapanların üstlerini ve çantalarını arama yetkisi verilecek. Yasa, şubat ayında yürürlüğe girecek.

18 Ocak 2016

Hainliğin Kökenleri ve OTA BENGA Gülümsemesi ile Kınanması

Hainliğin kökenleri insanlığın ilk zamanlarına kadar gider muhtemelen. Rekabetin, paylaşımın, insani yavan duyguların olduğu her topluluktan bir defo olarak mutlaka ortaya çıkar. Ancak günümüze gelince bu ufak tefek bir defodan çok kalıtsal bir özellik halini alan bir kusura dönüşmüştür. Genetik yolla aktarılmaya ve sayıca çoğunluk olmaya başlayan bir konu halini almıştır.

Temelinde bir bozukluk olarak ortaya çıkan bu defonun 1900 yıllara doğru değişen sosyal, ekonomik, siyasi yapılardaki farklılaşmalar, teknolojideki akıl almaz hız ile Savaşların bozduğu geleneksel toplumsal yapılar yaygınlaşmasına ve toplumun derinliklerine sızmasına neden olmuştur.

Plansız, hoyratça kurulan yeni düzenler, yeni şehirler ve yeni ekonomik yapılar düzenli bir hain üretme merkezlerine dönüşmüş ve bu alanda her çeşit farklılıkta binlerce seri üretime geçmiştirler. Her geçen bir kuşak sonrasına genetik yapıya sirayet eden bu bozukluk kendi kendini çoğaltmaya tüm hızı ile devam etmiştir.

Bunun en güzeli Osmanlı’nın yıkılışına sebep olan bir avuç Avrupa’da eğitimli kişilerin ulaştıkları güç ve yaptıkları tahribattır.

Bunların ortak özelliği hedefe koydukları konu hakkında her yolu mubah görüp, hiçbir akli, vicdani, ilimi ve İslami değere, doğruluğa bağlı kalmamalarıdır.

Yeri geldiğinde apaçık olana bir duvar gibi kör sağır ve dilsiz kalmayı becerebildikleri gibi, öyle zaman gelir ki olmayan bir yangın için yedi cihandan itfaiyecileri ayağa kaldırıp, ortalığı talan ettirebilmektedirler.

Kendi özüne, kendi atasına daha da vahimi kendilerine bi haber olan bu mahlûklar insan kalıbı dışında farklı bir formda yaşam bulmaktadırlar.

1900 Yıllarda Cahilliğin en dip noktasında olan bu kendini bilmezler Avrupa Medeniyeti diye salya sümük gözü dönmüş bir biçimde memleketi parçalamaya çalışıp, kendi kadim değerlerini yerle bir etmeye çalıştığı sırada Avrupa’nın ve Uzantısı Amerika’nın sürdürdüğü vahşi kelimesinin hafif kaldığı bir insanlık dışı sömürge düzenini göremiyorlardı.

Aynı kafalar birinci ve ikinci dünya, Vietnam, Afganistan, Körfez,  Irak, Suriye, Filistin ve daha binlerce farklı anda ve noktadaki YÜZMİLYONLARI bulan katliamları da görmüyorlardı. Hala batı medeniyeti diye benliksiz, kimliksiz ve hayasız bir biçimde dolaşıyorlardı.

Bunlar zamanla genetik bir bozukluk olarak kendi yarattıkları farklı bir topluluk olarak çoğalıp, çeşitli durumlarda ortak bir kodlama mahsulü olarak ihtiyaç durumunda bir olup, gösterilen hedeflerine saldırıyorlardı. Körlük aynı körlük, kimliksizlik aynı kimliksizlik, vahşet aynı vahşet ve hainlik aynı hainlik. Yüzyıl öncesi ile yüzyıl sonrasının bir farkı yok.

Biz bu yazıyı niye mi yazdık? Tesadüfen ismini görüp hikâyesine merak kabarttığımız Ota Benga isimli iki çocuk sahibi harika bir gülüşü bulunan, dünyanın en sıradan, en kendi halinde yaşayan gariban bir Afrikalı mazlum, kurban nedeni ile.

Afrikalı kabilelerden Chirichiri'lerin bir ferdi olan Ota Benga'nın ismi kendi dilinde "Dost" demektir. Evli ve iki çocuk babasıydı.

Ota Benga Belçika Kongosu'ndan (bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti) ABD'ye getirilen bir pigme'dir.

11 Ocak 2016

Freudçü Darwinist Diyanetsizlerin Doğal Sapkınlıkları

Bilim adı altında her türlü ahlaksızlığa, akıl dışılığa, ayrımcılığa, sapkınlığa ve doğaya aykırılığa sahip çıkan ve onların yaygınlaşması için can siperane çaba harcayanlar, bu konularda manipülasyona, enformasyona ve her türlü yıpratıcı algı operasyonlarına da ara vermeden devam ediyorlar.

Maymunda geldikleri tezini bilim diye sorgulanamaz bir gerçekmiş gibi ders kitaplarına yerleştirmeyi başaran bu sapkınlar, benzeri pek çok düşünceyi de bu şekilde dünya düzeni içine yerleştirmeyi başarmışlardır.

Nasıl ki din kisvesi altında pek çok bozukluğu, hurafeyi, sahte inancı insanlara kabul ettiren din sömürücüleri olduğu gibi, benzeri daha vahim şeyleri bilim kisvesi altında dogmatik hale getiren binlerce bilim sömürücüsü var.

Bunlar hemen hemen tüm bilim dallarında kabul görülmüş teori, kanun gibi kalıplaşmış bilgiler ve öğretiler halini almıştır. İktisattan, sosyolojiye, psikolojiden fen bilimlerine kadar geniş bir yelpazede bu bozuk düşünceler hakimdir. Pek çoğu bilimsel düşünceye tamamı ile ters bir biçimde tartışmaya kapalı ve kesin hüküm içeren şeylerdir.

Maymunda gelmeyi fen bilimlerinde bize dikte eden bu anlayış, iktisatta sömürülmeyi bir ekonomik doktrin olarak karşımıza dikmektedir. Diğer yandan cinsel bozuklukları, sapkınlıkları da Freud vb ile olağan hayata katmaktadır.

Eşcinselliği bile doğal ve demokratik bir hakmış gibi olağan hale getirmeye çabalayan bu bozuk anlayış, evlilik dışı ilişkileri, insan yaşamına kast eden kürtajı, çoğu dönüşüme uğrattığı sözde medeni ülkelerde uyuşturucuyu bir hakmış gibi savunmakta ve sunmakta her hangi bir abeslik görmemektedirler.

Kadın bedeninin vahşi, kaba ve hoyrat bir biçimde ticari ürünlerin tanımında doğal bir meta haline getiren bu düzende, gıdadan, araba lastiğine, iş makinelerinden, bilişim teknolojilerine kadar en uç noktalarda bile kadın vücudunu kullanmakta bir çekince bulunmamaktadır. Öyle ki müzik sektöründen, sanat çevrelerine, basın yayından eğitim çevrelerine yoğun bir biçimde kullanılan cinsellik artık alışılmış ve kanıksanmış bir gerçeklik halindedir.