Belki de tarihimizin en
ciddi, en tehlikeli ve en yok edici saldırılarından birini yaşadık.
Hem de elimiz kolumuz
bağlı, göstere göstere, bağıra çağıra gelen bir yıkıma mucize denebilecek bir
çılgınlıkla, bir vurdumduymazlıkla bir anlamsızlıkla karşı koyduk.
Kâğıt üzerinde olan,
hiçbir şey anlam ifade etmedi bu işte. Ne tehditler, ne tedbirler, ne uyarılar,
ne planlar, ne eğitimler, ne tuzaklar kâğıda döküldüğü gibi neticelenmedi.
Mahkemeler, açık veya
gizli ihbarlar, gazetecilerin, yazarların kendilerini yırtarcasına kaleme
aldıkları tehlikeyi tarifleyen yazıları, kurumların kendi içinde yok olup giden
çığlıkları bu kara geceyi engelleyemedi.
Bu çaresiz, etkisiz
çığlıklara, uyarılara ve çabalara karşı gelişen hain girişim amaçladığı yıkıma
ulaşamadan sihirli bir dokunuşla, mucize bir çıkışla yok oldu gitti.
Milletin kendine “Deniz
Feneri” yaptığı, tüm zifiri karanlıklarda ışık olarak aradığı Erdoğan’ın tek
bir işareti ile mucize sokaklarda can bulmaya, etki salmaya başladı. Öyle ki
hiçbir aklın, mantığın ve beklentinin anlayamadığı şeyler oldu.
Tanklar, tüfekler,
uçaklar, bombalar öylece kalakaldı. Etkisini yitirdi, teslim oluverdi. Yılların
askeri eğitimi, teknolojinin birikimi, silahların yıkımı bu mucize karşısında
değersizleşti, tuz buz olup buharlaşarak arşa uçtu gitti.
Kimse ne olduğunu
anlayamadı. Bu yaşanılanlar kimisine bir kâbus, kimisine bir oyun, kimisine ise
hiç yaşanmamış bir dejavu gibi geldi.
Geçmişte o kadar çok işe
yarayan planlar, oyunlar tuzaklar bu sefer bu mucize ile anlamsız, acımasız,
dramatik ve rezil bir hale vardı.
Bu mucizeyi sağlayan tek
gerçek “İNANÇTI”. Bu inançtı Erdoğan’ı Millete siper eden; Bu inançtı Milleti
Erdoğan’a aşık eden; Bu inançtı, İnananları tek yürek, tek bilek olarak
sokaklarda, bu hayasız saldırıya karşı birleştiren.
O hain kalkışmanın
başlarında bir söz, bir kelam yetti, bu İnancı harekete geçirip, bu yolda
inananları tek bilek yapmaya. Ve “O AN” dan sonra korku düşmeye başladı, bu
hainliği planlayanlara, oynatanlara ve sahnedeki figüranlara. Bu bir OYUN diye
fırladılar ortaya. Başkanlık dediler, seçim dediler, anket dediler…… Ama nafile…..
Yazdıkları,
kurguladıkları, çalıştıkları, rolleri dağıttıkları, bu rezil tiyatro Seyirci
olmasını bekledikleri Milletin sahneyi basması ile alt üst oldu. O yüzden hep
bir ağızdan “Bu bi oyun” “Bu bi Tiyatro” diye ortaya atıldılar.
Bu topraklar üstünde
bırakın böyle “Vatana kast etmiş” gerçekçi tiyatroları, ilkokullardaki küçük
piyesleri bile ciddiye alıp basan vatanseverlerin olduğu bir ülkede böyle bir
girişim en hafif adlandırılması ile “Ahmaklık” olarak seslendirilebilir. Öyle
ki düne kadar 100 yıl öncesi yaşanmışları canlandıran kahramanlık hikâyelerinde
düşmanı canlandıracak figüran bile bulunamazdı bu memlekette.
Ama ne yazık ki bu inanç
bu düşünce öyle bir yıkıldı, öyle bir ele geçirildi ki bırakın figüranı her
yanda Başrole soyunmuş hainler kasıla kasıla ortalıklarda cirit atmaya başladı.
Bundan cesaretle böyle bir Tiyatro sahnelenmek istendi bu topraklar üzerinde.
Ne mutlu ki bu Millet
ile ilgili pek çok şeyi çözdüler, pek çok şeyi deforme ettiler, pek çok zehri
şırınga ettiler ama bir şey çözemediler, gücünü eksiltemediler: İnanç dolu
yüreklerdeki “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” düsturunu. Nasıl da BİR
oldu, bin bir parça, bin bir fikir, bin bir renk, bin bir inanç, bin bir bakış.
Nasıl da bir BİLEK oldu, birbirine doğru yumruk olmuş bin bir el.
Bu topraklar üzerinde ne
piyesler, ne tiyatrolar, ne filmler oynandı/çekildi. Ama her seferinde Millet
daha bir bilgilendi, daha bir bilendi ve daha bir içine girdi bu sahnelerin.
Artık öyle bir noktaya geldi ki Millet; Bu oyunların seyircisi, figüranı,
ezileni, itileni olmaktan çıkıp; Beğenmediği her sahnede oyunu değiştiren,
sahneleri deviren ve CASTı darmadağın eden bir konuma geldi.
Milletin bu sert/kararlı/ani/
tokadı ile kendine gelenler ya kaçtı saklandı sahneden, ya tüydü gitti rejiden,
ya kılık değiştirdi, rol değiştirdi aniden ya da ahmakça kurban oldu rolüne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder