Ülkemiz öyle bereketli, öyle çeşitli bir habitat ki ne
mahsul azalıyor ne de mahsulün çeşidi. Hele ki mahsulün çeşidi konusunda kimse
bizimle kaşık yarıştıramaz. Her seferinde bizi büyük şaşkınlığa itecek ve “Allah
Allah, bu da mı yetişiyor!” dedirtecek farklı türler ortaya çıkmaktadır.
Bu çeşitlilik ülkemizin her alanında mevcut. Yer altı,
yer üstü, doğal olan, doğal olmayan, insani, insani olmayan bin bir çeşit
alanda milyonlarca çeşit ve bunların verimliliği aşikar olan bir şey.
Doğada ki çeşitlilik kadar ülkemizin insan kaynağı
açısından da zenginliği bizleri her defasında şaşırtmaktadır. Hele ki ihanetlerin,
hainlerin, kavgaların, zenginliği aklımızı başımızdan alacak cinste.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, öyle bir kültürel miras
taşıyoruz ki “Kimin kim olduğu” konusunda hiçbir zaman emin olamayacağımız bir
tiyatro sahnesine seyirciyiz. Mevlana boşuna yüzyıllar önce “Ya olduğun gibi
görün, ya göründüğün gibi ol” dememiş. Bu söz kadar demek istediğimizi anlatan
başka bir özlü cümle bulamayız daha.
Aynı cürcüna, aynı keşmekeş günümüzde de tüm hızıyla
sürmekte. Bıçak kimin elinde, yara kimim sırtında belli değil. Kim doktor, kim
cellat belli değil. Kim samimi, kim maskeli belli değil. Kim kimin adamı, kim
kimin düşmanı belli değil. Kime biraz güven duysak, kime biraz gerçekler
konusunda bel bağlasak, en büyük kaypak, en büyük sahte surat onda bulunuyor.
Aylar önce buna benzer bir çıkmazda, “Deniz Fenerimiz Erdoğan olacaktır” isimli bir yazı kaleme almıştık.
Orada da buna yakın durumlardan söz etmiştik. Ancak bu kadarda alt dallarda
karmaşıklık olduğunu, bu kadarda adam gibi görünenlerin gizli ajandaları
olduğunu ve bunun için bu kadar da seviyeyi düşürüp, amaçları uğruna bozuk
yollara sapacakları düşünce yapımız içinde değildi.
Ama taa o zamanda dediğimiz gibi “Bu yaklaşan fırtınada, karanlık dehlizlerde, her türlü çirkeflikle,
beklenmedik ihanetlerde bizi aydınlığa götüren ve bize yolu gösteren Deniz
Fenerimiz Erdoğan olacaktır. Her ne şart altında olursa olsun bu oyunu bozmak
ve hayali kurulan güzel günlere güçlü ve hızlı bir biçimde gitmek istiyorsak
sımsıkı bir olmalı ve tüm saldırıların hedefinde olan Erdoğan’a güç kuvvet
vermeli, onu ileriye taşımalıyız. Her ne kadar en büyük darbeleri içten,
sırtına en etkili hançerleri dost bildiklerinden yese de biz onu zirvede
tutabilecek durumdayız.” Diyerek, tek bir doğru belirledik bu toz dumanda
ve ondan başka bir söze kulak asmamayı tembihledik kendi kendimize.
Bugün ki toz duman içinde tariflediğimiz her şey,
beklentilerimiz aşan bir biçimde yaşanmaya başladı. O gün ki saptamalarımızın
ve aldığımız tedbirlerin doğruluğu daha da bir anlam bulmaya başladı zamanla.
Bu konuda aldığımız karara uygun olarak, kim ne dedi,
kim ne yaptı demeden kendimize “Deniz Feneri” olarak belirlediğimiz Erdoğan’ın
sözlerini, kopan fırtınada kendimize rehber kılacağız. Gerisi zamanın işi,
kaderin getirdiği olacak. En nihayetinde ise asıl hesap gününde ne bir maske
kalacak, ne de gizli bir sürat…..
Sayın Erdoğan’ın Konu ile ilgiliaçıklaması: “Son zamanlarda AK Parti’yi
destekleyen yazarlar arasında başlayan tartışmalar) Bahsettikleriniz arasında,
kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Ama onların
bu desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra
ibreleri değişti. Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil mezara kadar
gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar
geldiler, sonra trenden indiler. Hele hele son dönemde, çok çirkin, kabul
edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa yolda, çizgide
istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır. “İslamcı olanlar atılıyor,
İslamcı olmayanlar getiriliyor” deniliyor. Bir
siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım
yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven,
parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi,
kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de
‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Onların da böyle bir hakları yok, benim
de yok. Kaldı ki ebedi alemin ölçüsü hiçbirimizin elinde değil. Kimse bunu
teraziye çıkarmasın. Hele hele çok ağır olacak ama uluhiyet davasına da kimse
girmesin...”