16 Eylül 2015

Bütün Andları Kaldıralım

And içmek, sözlük anlamı "Yemin etmek, verilen vaatlerin tutulacağına dair, kutsal/kıymetli/kayıp edilmesinden korkulan/sayılan şeylerin üstüne söz vermektir.
Yasal bir bağlılığı yoktur. Tamamen ahlaki değerler ve sosyal dokuya dayanılarak itimat edilen bir eylemdir. Erdemli ve ilkeli insanlar için kati suretle bağlayıcı bir sözdür.

Eski dönemlerde "And İçmek" insan onuru/gururu ve sosyal durum açısından en değerli ve bağlayıcı akitlerdendi.

Öyle ki "Anda" bağlı kalmak adına veya tutulamaması durumu da mala, cana varan çok ciddi etkileri ve yaptırımları vardı. Bu durum inanılmaz caydırıcı olup, verilen akde de bağlılık sağlıyordu. Bunun için ne kolluk kuvvetleri ne de yasal merciler devrede oluyordu.

Günümüzde pek çok şeyin dejenere olması, yasal ve polisiye tedbirlerle bile kronik hale gelen gayrı ahlaki, insan onuruna ve vicdanına uymayan suiistimallerin önüne geçilemiyor, artık. Hatta bu olumsuz davranışlar öyle bir kabul görmüş durumda ki hep birlikte el ele vererek pek çok şeyi görmezden, anlamazlıktan gelip, çok güzel kılıflar uydurabiliyoruz.

Sözün namusla bir bağı, namusun ise insan onuru ile bir bağlantısı kalmadı. Çok rahat and içip, yemin edip gerekliliklerini yerine getirmiyoruz. Ve bu durum bizleri kesinlikle rahatsız etmiyor, sosyal bir baskı halini almıyor. Hatta bu işi ustaca yapanların makam, mevki ve itibarları daha da artıyor, parlıyor.

And içmek sadece bir ritüel olarak işlev görüyor. Tamamen işlevini kayıp etmiş bir ritüel. Yapmazsak eksikliğini hissettiğimiz bir alışkanlık bunlar. Kesinlikle bağlayıcılığı olan, hatta içeriğinin neyi kast ettiğini bile umursamadığımız kafiyeli sözler grubu. Kesinlikle kutsallıklarını yitirmişler.

Yıllarca değişik alanlarda bu törenleri yapıp, tutamayacağımız, hatta içeriğini algılayamadığımız şeyler için yeminler, edip kendimizi kutsala karşı sorumlu kılıyoruz. Bile bile bu tiyatroyu sergileyip, yalancı, sözünü tutmayan, andına bağlı kalmayan konumuna düşüyoruz. Ve en acınası tarafı bu durumdan hiç rahatsız olmuyoruz. Hiç kınanmıyor ve toplumsal tepki ile karşılaşmıyoruz.


Bakın geçen haftalarda yaşanan Beşiktaş'ın hocası Biliç'ın başına gelenlere. Maçta hakem küfür ettiği gerekçesi ile tutanak tutuyor ve bunun üzerine ceza komitesi 3 maç ile Biliç'i cezalandırıyor. Savunması için bu kurulu karşısına çıkarken "Küfür ettiğini kabul etmesi" durumunda iyi halden cezasının azalacağı söyleniyor. Ama Biliç kesinlikle küfür etmediğini ve ceza indirim teşviki olsa dahi bu küçük yalanı söyleyemeyeceğini ifade ediyor. Halbuki ne bir andı ne bir yasal bağlayıcılığı olmayan Biliç, indirim teşvikine rağmen çıkarı için bu küçük yalana tenezzül etmiyor. Oysa bizim için ne kadar kolay bu küçük yalanları söylemek.

Yine futboldan gidelim Futbol federasyonu başkanı ile hem Galatasaray başkanı hem de Trabzonspor başkanı aynı konular için birbirini yalanlayan beyanlarda bulunuyorlar. Yani böyle köklü ve milyonların takip ettiği kurumlarımızdan birileri  %100 ihtimal ile yalan söyleyebiliyor.

Bakın şike süreci yaşandı ülkemizde. Hem kulüpler hem Türk futbolu derinden etkilendi ve büyük zararlar gördü. Olayda polis, yargı, yöneticiler ve daha pek çok taraf bu süreçte beyanda, ifade de bulunarak birbiri yalanlayan şeyleri söylediler, iddia ettiler. Bu kişilerin çoğunluğu mahkemede yemin ederek, birçoğu da mesleki yeminli olarak fikirlerini ifade ettiler. Ve bizler hala kesin olarak bilmiyoruz. Kim doğruyu söyledi, kim yalana bel bağladı.

Çoğumuzun bildiği bir hikâyedir, "Sokrates'in baldıran zehrini içerek" yaşamına son vermesi. Haksız bir suçlama ile yargılanıp ölüme cezası alan, Sokrates kaçma şansı olmasına karşın ne buna teveccüh etmiş, ne yalan söylemiş ne de bunu tavsiye etmiştir. Yaşam nasıl olsa bir gün sonlanacaktır. Önemli olan onurlu bir şekilde olmasıdır, bakış açısı ile binlerce yıl öteden insanlığa çok değerli bir miras bırakmıştır. Kısaca bu olayı aşağıdaki gibi özetlersek:

Sokrates ön kabullü yargıçlar tarafından yargılanır ve ölüme mahkum edilir. Bir fincan baldıran şurubu içerek yaşamına son verecektir. Mahkeme, idam cezasını onaylanmadan önce, hakim Sokrates'e, mevzubahis söylemlerin kendisine ait olmadığını, bu söylemleri inkar ettiğini söylemesi durumunda, idam kararını bozacağını söyler. Sokrates bu teklifi reddeder ve "Ben söylemedim dersem, düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz. Beni idam edin, çünkü idam ederseniz, düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına ulaşacak ve bundan binlerce sene sonra bile Sokrates adı biliniyor olacak" der. Hakim idamın iptali şartını yineler ve Sokrates "Evet ben bunları söyledim. Sözümün ve düşüncelerimin, hayatım pahasına arkasındayım" der ve af teklifini reddeder.
Öğrencileri ve taraftarları Sokrates'i hapisten kaçırarak kurtarmak istemişlerse de, Sokrates bunu kabul etmemiştir. Çevresindekilere "Ben, bu güne kadar Atina'nın kanunlarıyla yaşadım. Yaşım 70'i geçti. Ve ben suçsuzum. Şimdi teklifinizi kabul edersem, bu yasaları çiğnemiş olurum. İşte o zaman suç işlemiş olurum" diyerek, önerilerini red etmiştir.

Sokrates, öğrencilerine ve dostlarına günümüze kadar ulaşan son bir öğütte bulunarak: "Kanunların aksayanlarını düzeltmeye çaba gösterin ama düzeltinceye kadar mevcut yasalara uyun" demiş ve bir fincan baldıran zehrini içmiştir.  Yıl M.Ö. 386'dır. Bizler 2013 yılında hala büyük bir pişkinlikle "Kanunlar çiğnemek içindir" deyip, huzurlu, barış dolu, adil bir ülke talep etmekteyiz ya da vaad etmekteyiz.

Bilmemiz gereken and içmek gerekirse uğrana "Baldıran zehrini" içeceğimiz bir şey olduğudur; Yoksa zamanı gelince unutturmak için içireceğimiz "Bir bardak soğuk su" değildir.

Son günlerde "Andımızın" kaldırılması gündemde.Tartıştığımız kaldırılmalı mı kaldırılmamalı mı.? Hiç kimse biz bu and ile nelere söz veriyoruz, neler için yemin ediyoruz ve sonuçta hangilerini tutup hangilerini ihlal ediyoruza bakmıyor. Belki de sözlerini tam olarak bilmediğimiz bir andı ezbere, alışkanlık, gelenek, yasal zorunluluk nedeni ile tekrarlayıp, rahatlıyoruz. Kesinlikle içeriği hakkında bir endişe taşıyıp, tutamadığımız durumlar için rahatsız olmuyoruz.

And içmek insanı onuru/kutsalı ile bağlayan ve tutulması gereken bir söz vermek biçimidir. İş olsun, adet yerini bulsun ya da yasal zorunluluk nedeni ile and içip bunun sorumluluğunu taşımamak insan onuruna yakışmayacak bir şeydir. Onurlu bir insan ya o andı içmemeli, ya da gerekliliklerini sonuna kadar yerine getirmelidir.

Sonuç olarak yazımızın özü eğer ki and içiliyor mutlaka tutulmalıdır. Tutulamayacak andlar çeşitli gerekçeler ile içilmemelidir.

Bundan dolayı, andını çiğneyen, tutamayan, yalandan, sembolik nedenlerle and içmek yerine, bütün andları kaldırıp, öncelikle sözüne bağlı kalmayı, gururu, doğruluğu benimseyip birbirimize tekrar güvenir hale gelmeliyiz..

Bütün andlar kaldırılmalı derken, bunların gereksizliğinden, anlamsızlığından veya içerdiği değerden dolayı değil; Bilakis andların çok değerli olduğundan, kutsal ve bağlayıcı olduğundan dolayı bunu söylüyoruz. Çünkü haddinden fazla hafife alınıp, tutulmaması, kutsallığını ve bağlayıcılığını yıpranmıştır.

Sözün değeri olmayan yerde andın da bir hükmü yoktur. Bize kalırsa yaptırımı olmayan, anlamı boş olan bütün andları kaldırarak, en azından sürekli aynı yalanları tekrarlayan ve sözünde durmayan bir toplum olmaktan çıkarız.

Önceliğimiz ritüeller, alışkanlıklar değil, erdem, dürüstlük, güven, sözüne/akdine sadık kalma gibi ahlaki normlar ve sosyal olgular olmalıdır. Bunların sağlam ve baskın olduğu toplumlarda andlara da yasalara da fazla iş düşmez o zaman.

Aşağıda hayatımızda yer alan genel bilinen birkaç and örneği mevcut. Bunları okuyup günümüz Türkiye'si için değerlendirmesini yapmayı bu yazıyı okuyanlara ve hayata bakış açılarına bırakıyorum. Eminim ki farklı yorumlar ortaya çıkacaktır.

Hipokrat Yemini Özgün metni

"Hekim Apollon Aesculapions, Hygia Panacea ve bütün Tanrı ve Tanrıçalar adına. And içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi bilgileri ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazeretten sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.”

Hipokrat Yemini (Günümüzde Kullanımı)

“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhinde kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim."

Milletvekilli Yemini

"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, yurdun ve halkın bölünmez bütünlüğünü, halkın kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ve Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma; halkımın refah ve mutluluğu için çalışacağıma; her yurttaşın insan haklarından ve temel hak ve özgürlüklerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya bağlılıktan ayrılmayacağıma; namusum ve şerefim üzerine and içerim."

Askerlik Yemini

“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim”

Öğrenci Yemini

"Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Türküm Diyene!"

(ilk yayın tarihi:04.10.2013 08:53:43)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder